6 Ocak 2014 Pazartesi

Hukun Temel Kavramları 10. Ünite özeti- Deneme Sınavı- Kaynakça


Özet

•Hukukta kişi, hukuk düzenince muhatap alınan, hak edinebilen ve borç altına da girebilen varlıkları ifade eder.
•Kişilik ise kişinin ehliyetleri, kişilik alanına giren değerleri ve kişisel durumların toplamını anlatan bir kavramdır.
•Hukukumuzda insanlar dışındaki bazı varlıklar da hukuki açıdan kişi sıfatını taşırlar. İnsanlara gerçek kişi denirken, bunlara tüzel kişi denmektedir.
•Gerçek kişilerde kişilik, çocuğun sağ olarak tamamıyla doğduğu anda başlar ve ölümle sona erer.
•Hak ehliyeti denince, kişilerin haklara ve borçlara sahip olabilme yeteneği ya da iktidarı anlaşılır. “Her insanın hak ehliyeti vardır” (TMK m.8) kuralı gereği, hukukumuzda her gerçek kişinin hak ehliyeti de kendiliğinden var olmaktadır.
•Fiil (eylem) ehliyetine sahip olmak ise kişinin kendi fiilleriyle hak edinebilmesi ve borç altına girebilmesini sağlar. Fiil ehliyeti açısından gerçek kişiler dört gruba ayrılmaktadır: Tam ehliyetliler, sınırlı ehliyetliler, sınırlı ehliyetsizler ve tam ehliyetsizler.
•Tüzel kişilere gelince bunlar, gerçek kişiler dışında kalan, hukuk düzenince kendilerine haklara sahip olma ve borç edinme olanağı sağlanmış kişilerdir.
•Tüzel kişiler kendileri ile ilgili özel hükümler uyarınca tüzel kişilik kazanırlar ve böylece hak ehliyetine sahip olurlar. Fiil ehliyetini ise kanuna ve kuruluş belgelerine göre gerekli organlara sahip olmakla kazanırlar.
•Tüzel kişiler iç yapılarına göre; kişi toplulukları ve mal toplulukları olmak üzere ikiye ayrılır. Tabi oldukları kurallara göre ise kamu hukuku tüzel kişileri ve özel hukuk tüzel kişileri olarak ikiye ayrılmaktadırlar. Bu son ayırım içinde kamu iktisadi teşebbüslerinin hukuki niteliği ise tartışmalıdır.



DEĞERLENDİRME SORULARI






Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “bölüm sonu testi” bölümünde etkileşimli olarak cevapyalabilirsiniz.
1.  Aşağıdakilerden hangisinde gerçek kişilerin kişiliğinin başlangıç anı tam olarak ifade edilmiştir?
a)  Kişilik, doğmakla başlar.
b)  Kişilik, sağ ve tamamıyla doğmakla başlar.
c)  Kişilik, ana rahmine düşmekle başlar.
d)  Kişilik, nüfus kütüğüne kayıtla başlar.
e)  Kişilik, mahkemenin bu yöndeki kararının kesinleşmesi ile başlar.


2.  Ölüm tehlikesi içinde kaybolan bir kişinin gaipliğine karar verilmesinin istenebilmesi için geçmesi gereken en az süre aşağıdakilerden hangisinde doğru gösterilmiştir?
a)  1,5 yıl
b)  1 yıl
c)  5,5 yıl
d)  5 yıl
e)  6 ay
3.  Aşağıdakilerden hangisi, ayırt etme gücüne sahip olmakla birlikte, ergin olmayan ya da kısıtlı olan kişilerin bulunduğu gruptur?
a)  Tam ehliyetliler b)  Sınırlı ehliyetliler
c)  Sınırlı ehliyetsizler d)  Tam ehliyetsizler e)  Sürücü ehliyetliler


4.  Aşağıdaki tüzel kişilerden hangisi mal topluluğu niteliğindedir?
a)  Vakıf b)  Devlet c)   Dernek
d)  Anonim ortaklık
e)  Sendika


5.  Aşağıdakilerden hangisi kazanç paylaşma amacı güden bir tüzel kişidir?
a)  Dernek b)  Vakıf
c)  Devlet
d)  YÖK
e)  Kolektif Ortaklık
Cevap Anahtarı:    


1-B, 2-B, 3-C, 4-A, 5-E




YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER KAYNAKLAR

Akıntürk, T., (2008). Medeni Hukuk. İstanbul: Beta K.

Akıpek, J. G. ve Akıntürk, T., (2004). Türk Medeni Hukuku.  I. Cilt. Başlangıç
Hükümleri-Kişiler Hukuku. İstanbul.

Akyol, Ş., (2006). Medeni Hukuka Giriş.  İstanbul: Vedat K. Ayan, M., (2090). Medeni Hukuka Giriş.  Konya: Mimoza Y. Ayan, M. ve Ayan, N., (2007). Kişiler Hukuku. Konya: Mimoza Y. Bilge, N., (2010). Hukuk Başlangıcı. Ankara: Turhan K.
Dural, M. ve Öğüz, T., (2009). Türk Özel Hukuku C. II Kişiler Hukuku, İstanbul: Vedat
K.

Gözler, K., (2010). Hukuka Giriş. Bursa: Ekin K.

Gözübüyük, Ş., (2010). Hukuka Giriş ve Hukukun Temel Kavramları. Ankara: Turhan
K.

Hatemi, H., (2010). Medeni Hukuka Giriş.  İstanbul: Vedat K.

İnan, A.N., (2005). Medeni Hukuk. Ankara: Banka ve Ticaret Hukuku Araştırmaları
Enstitüsü yayını.

Oğuzman,K., Seliçi,Ö. ve Oktay-Özdemir,S., (2009). Kişiler Hukuku (Gerçek ve Tüzel
Kişiler). İstanbul: Filiz K.

Öztan, B., (2011). Medeni Hukuk'un Temel Kavramları.  Ankara: Turhan K. Serozan, R., (2008). Medeni Hukuk Genel Bölüm. İstanbul: Vedat K.
Tiftik, M., (2009). Hukuka Giriş. Erzurum: Kültür ve Eğitim Vakfı yayınevi.

Zevkliler, A.,Acabey, M. B. ve Gökyayla, K. E., (1999). Zevkliler Medeni Hukuk.
Ankara: Seçkin K.

Ballar, S., (2000). Yeni Vakıflar Hukuku.  İstanbul: Beta K. Bilge, N., (2010). Hukuk Başlangıcı. Ankara: Turhan K. Öztan, B., (2000). Tüzel Kişiler. Ankara.
Serozan, R., (1994). Tüzel Kişiler, Özellikle Dernek ve Vakıflar.  İstanbul: Filiz K.






TÜZEL KİŞİLER

TÜZEL KİŞİLER

Tüzel kişiler (hükmî şahıslar), gerçek kişiler dışında kalan, hukuk düzenince kendilerine haklara sahip olma ve borç edinme olanağı sağlanmış kişilerdir.

Tüzel kişiliğin ortaya çıkışında ona duyulan ihtiyacın rolü büyüktür. Gerçekten de toplumda; derneklere, ortaklıklara, sendikalara, kooperatiflere, devlete ve vakıflara ve daha nice kişi ya da mal topluluklarına kişilik tanınması onların hukuk düzenindeki etkinlik ve varlıklarının işlevselliği açısından zamanla zorunlu hâle gelmiştir.

Tüzel Kişiliğin Unsurları

Tüzel kişiler belirli bir amaç çevresinde örgütlenmiş topluluklardır. Bunların tüzel kişilik kazanma yönünde bir irade ortaya koyması ve devlet tarafından tanınması ile tüzel kişilik kazanılır. Tüm unsurları bir arada saymak gerekirse bir tüzel kişinin varlığı için; amaç, örgütlenme, hukuk düzenince tanınma ve bu yöndeki iradenin varlığı aranmalıdır.

Tüzel Kişiliğin Kazanılması

TMK m. 47’ye göre, başlı başına bir varlığı olmak üzere örgütlenmiş kişi toplulukları ve belli bir amaca özgülenmiş olan bağımsız mal toplulukları, kendileri ile ilgili özel hükümler uyarınca tüzel kişilik kazanırlar.

Tüzel Kişilerin Sınıflandırılması

Tüzel kişileri değişik açılardan sınıflandırmak mümkündür. Ancak en yaygını iç yapılarına ve tabi oldukları kurallara göre yapılan sınıflandırmadır.

İç yapılarına göre tüzel kişiler

 Kişi Toplulukları:  Kişi toplulukları kişilerin bir araya gelmesi ile oluşan tüzel kişilerdir. Burada topluluğu oluşturan kişilerdir. Kişi topluluklarına; kooperatifler, şirketler, dernekler, sendikalar, siyasi partiler, devlet, köyler, avukat ortaklığı örnek verilebilir.

 Mal Toplulukları:  Kişilerin mal varlıklarının belirli bir bölümünü ayırarak belli bir amaca özgülemeleri ile mal toplulukları oluşur. Vakıf mal topluluklarının en güzel örneğidir. Üniversiteler, TRT, YÖK gibi kurumlar hep mal topluluklarıdır.

Tabi oldukları kurallara göre tüzel kişiler

 Kamu Hukuku  Tüzel Kişileri:  Kamu hukuku tüzel kişileri, kamu hukuku kurallarına tabi olan, kamu otoritesini temsil eden, kamu hizmeti gören tüzel kişilerdir. Bunlar kanunla ya da kanunun verdiği yetkiyle kurulurlar ve tüzel kişilik kazanırlar. Sona ermeleri de kanunla olur.

Kamu hukuku tüzel kişileri çok çeşitlidir. Genelde, kamu idareleri ve kamu kurumları olmak üzere iki başlık altında toplanırlar. Kamu idarelerine devlet, belediye, il (il özel idaresi), köy örnek olarak verilebilir. Kamu kurumlarına ise TRT, Milli Piyango İdaresi, Üniversiteler birer örnektir.

Barolar, Türk Tabipler Birliği, Ticaret ve Sanayi Odaları gibi meslek kuruluşları, Anayasa m. 135 gereği, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarıdır.

 Özel Hukuk Tüzel  Kişileri:  Özel hukuk tüzel kişileri, özel hukuk kurallarına tabi olan, kamu otoritesini temsil etmeyen tüzel kişilerdir. Kendi içlerinde kazanç paylaşma amacı güdüp gütmediklerine göre iki ana gruba ayrılırlar. Ticaret Kanunu’nda düzenlenen ticaret şirketleri; kolektif, komandit, limited ve anonim şirketler, ortakları arasında kazanç paylaşma amacı güderler. Dernek, vakıf, siyasi parti ve sendika gibi tüzel kişiler ise bir kazanç elde edip onu paylaşmak amacıyla kurulmazlar; amaçları bambaşka, esas itibarıyla ideal bir amaçtır.

 Kamu iktisadi  teşebbüsleri:  KİT adıyla meşhur kamu iktisadi teşebbüsleri sermayesinin yarıdan fazlası devlete ait olan ve kanunla kurulan tüzel kişilerdir. Ancak bunların özel hukuk hükümlerine tabi olmaları esastır, bundan dolayı tacir sayılırlar ve ticaret hukuku hükümleri bunlar hakkında uygulanır. Bu karışık yapı nedeniyle KİT’lerin sınıflandırılması sorunludur. Kamu hukuku tüzel kişisi mi, yoksa özel hukuk tüzel kişisi mi oldukları tartışmalıdır. Bazı yazarlara göre, bunları ayrı bir başlık altında; karma nitelikli tüzel kişiler olarak sınıflandırmak daha doğrudur.

Tüzel Kişilerin Hak Ehliyeti

Kişi ve mal toplulukları tüzel kişilik kazanmakla birlikte hak ehliyetine de sahip olurlar. Hak ehliyetlerinin ve davada taraf olma ehliyetlerinin kapsamı gerçek kişilerdeki gibidir. Ancak, doğal olarak tüzel kişiler, cins, yaş, hısımlık gibi yaratılış gereği insana özgü niteliklere bağlı olan haklara ve borçlara ehil değildirler (TMK m.
48).

Tüzel Kişilerin Fiil Ehliyeti

Hak ehliyeti gibi, fiil ehliyeti de tüzel kişilerde gerçek kişilerdekinden ayrı bir anlam taşımaz. Her hâlükârda fiil ehliyeti olmadıkça bir kişinin kendi fiilleriyle haklar edinebilmesi ve borç altına girebilmesi mümkün olmaz.
Fiil ehliyetinin şartları açısından ise gerçek ve tüzel kişiler birbirinden keskin çizgilerle ayrılır. Zira yaşa bağlı erginliğin ya da ayırt etme gücüne sahip olma ile ilgili akli faaliyetin tüzel kişilerde aranması maksada uygun değildir.

Tüzel kişilerde bu noktada organlar önem kazanır. Nitekim tüzel kişiler, kanuna ve kuruluş belgelerine göre gerekli organlara sahip olmakla, fiil ehliyetini kazanırlar (TMK m. 49).

Bir tüzel kişide hangi organların bulunmasının zorunlu olduğunu kanun koyucu o tüzel kişi ile ilgili mevzuatta belirlemiştir. Örneğin derneklerde genel kurul, yönetim kurulu ve denetim kurulunun bulunması zorunludur (TMK m. 72). Kanun tarafından tüzel kişide bulunması aranan organlara zorunlu organlar denir. Bunun dışında tüzel kişiler kendileri için bazı organlar öngörmüş olabilirler ki, bunlara da seçimlik organlar denir. Örneğin derneklerde görülen disiplin kurulları
seçimlik organ niteliğindedir.

Gerçek KişilerinHak Ehliyetleri

Hak ehliyeti, kişilerin haklara ve borçlara sahip olabilme yeteneği ya da iktidarıdır.

Gerçek Kişilerin Hak Ehliyeti

Kişiler hukukunun en esaslı konularından biri kişilerin ehliyetleridir. Kişilerin ehliyetlerinden söz edildiğinde de akla, hak ve fiil ehliyetleri gelir. Bu ikisi kişilik kavramının içinde değerlendirilir.

Hak ehliyeti denince, kişilerin haklara ve borçlara sahip olabilme yeteneği ya da iktidarı anlaşılır. “Her insanın hak ehliyeti vardır” (TMK m.8) kuralı gereği, hukukumuzda her gerçek kişinin hak ehliyeti de kendiliğinden var olmaktadır. Hukukumuzda, hak ehliyeti olmayan bir kişi düşünülemez. Bu açıdan hak ehliyeti ile kişi kavramı birbirine sıkı şekilde bağlıdır. Nitekim daha önce, kişilerin haklara ve borçlara sahip olabilen varlıkları ifade ettiğine değinilmişti.

Her insanın sahip olabilmesi dolayısıyla hak ehliyeti genellik göstermektir. Bunu “bütün insanlar” diye başlayan, TMK m.8/II de teyit eder. Keza aynı fıkrada insanların haklara ve borçlara sahip olmada eşitliği de zikredilmiştir ki hak ehliyetine sahip olmada insanlar arasında eşitlik esastır. Kişinin cinsiyeti, mal varlığı, dini, etnik kökeni, yaşı vb. özellikleri hak ehliyetinin durdurulması, sınırlanması ya da ortadan kaldırılmasına neden olamaz.

Hukukta birçok ilke gibi buradaki eşitlik ilkesinin de bazı istisnaları vardır. Durumun özelliklerinden kaynaklanan böyle istisnaların olabileceği zaten m. 8/II’de “hukuk düzeninin sınırları içinde eşitliğin söz konusu olabileceği” ifade edilerek hükme alınmıştır.



Kişinin kendi fiilleriyle haklar edinebilmesive borçlar altına girebilmesi kudretine fiil ehliyeti denir.
Gerçek Kişilerin Fiil Ehliyeti

Fiil (eylem) ehliyetine sahip olmak, kişinin kendi fiilleriyle hak edinebilmesini ve borç altına girebilmesini sağlar. Bir başka deyişle fiil ehliyeti, kişide bu gücün, bu kudretin olduğunu gösterir. Görüldüğü gibi, hak ehliyeti ile fiil ehliyetinin konusu başkadır. Hak ehliyeti, kimin haklara ve borçlara sahip olabileceği ile ilgilenirken, fiil ehliyeti hak ehliyetine sahip olanların kendi fiilleriyle haklara ve borçlara sahip olup olamayacağı ile ilgilenir. Nitekim üç yaşındaki bir çocuğun mirasçı olabilmesi ile kendisine kalan evi kendi iradesiyle satabilmesi farklı şeylerdir.

Fiil ehliyetinin şartları

TMK m. 10’a göre, “Ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır”. Buradan fiil ehliyetinin şartları çıkarılabilir. Bunlar;

•   Ayırt etme gücüne sahip olmak,

•   Ergin olmak ve

•   Kısıtlı olmamaktır.

Ayırt etme gücüne sahip olmak (Sezgin olmak) : TMK m.13, ayırt etme gücüne ayrılmıştır. Bu maddeye göre, “Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes, ….. ayırt etme gücüne sahiptir.” Demek ki, ayırt etme gücünden (temyiz kudretinden) Kanun, akla uygun biçimde davranma yeteneğini anlamaktadır. Yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi nedenler bu akla uygun biçimde davranma yeteneğini
etkiler.

Kişilerin, davranışlarının sonuçlarını kavrayabildiği ve bu kavrayışa da uygun davranabildikleri durumlarda akla uygun biçimde davranma yeteneği vardır.

Ergin Olmak: Fiil ehliyetinin ikinci şartı ergin (reşit) olmaktır. Kişi on sekiz yaşını doldurmakla ergin olur (TMK m. 11/I). Burada dikkat edilmesi gereken, kişinin 18 yaşına girmesi ile değil, 18 yaşını doldurmasıyla ergin olduğudur. Görüldüğü gibi yaşla tam ehliyetli olmak arasında sıkı bir ilişki vardır. Bununla birlikte ergin olmanın tek yolu, belirli bir yaşın doldurulması değildir. Nitekim evlenme kişiyi ergin kılar (TMK m. 11/II). Evlenebilmek için on yedi yaşın doldurulması gerekir (TMK m. 124/I). Olağanüstü durumlarda ve pek önemli bir sebeple on altı yaşını doldurmuş olan erkek veya kadının evlenmesine de izin verilebilir (TMK m. 124/II). Dolayısıyla on sekiz yaşını doldurmamış birinin evlenmeyle ergin olması mümkündür. Evliliğin sonradan herhangi bir nedenle ortadan kalkması kazanılmış erginliği etkilemez.

Kişi mahkeme kararı ile de ergin kılınabilir. Bunun için küçüğün isteği ve velisinin rızası gerekir. Veli yerine vasisi olan küçüklerde, vesayet dairelerinin izni de alınmalıdır (TMK m. 463).  Vesayet daireleri vesayet makamı olan sulh hukuk mahkemesi ile denetim makamı olan asliye hukuk mahkemesidir. Ayrıca, ergin kılınma için her halükârda küçüğün on beş yaşını doldurmuş olması gerekir (TMK m. 12). Mahkeme kararı ile ergin kılınmada, küçüğün ergin kılınmasını gerektiren haklı nedenler ve ergin kılınmada küçüğün yararının olup olmadığı araştırılır. Dolayısıyla mahkeme kararı ile ergin kılınmada hâkimin takdir hakkı önem kazanır.

Görüldüğü gibi, iki durumda kişinin on sekiz yaşını doldurmadan önce erginlik kazanması mümkündür. Bu yüzden on sekiz yaşın doldurulması ile kazanılan erginliğe normal erginlik denirken, diğer iki durumu ifade etmek üzere erken erginlikten söz edilir. Erken erginlik de hâliyle, kendi içinde evlenme ile erginlik ve yargısal erginlik (ergin kılınma) diye ikiye ayrılmaktadır.

Kısıtlı Olmamak: Bir kimsenin tam fiil ehliyetine sahip olabilmesi için ergin ve sezgin olmasının yanında, kısıtlı da olmaması gerekir. Ergin ve sezgin olmak, fiil ehliyetine sahip olmak için varlığı aranan şartlarken; kısıtlı (mahcur) olmamak, yokluğu, yani gerçekleşmemiş olması aranan bir şarttır. Bundan dolayı da ilk ikisi fiil ehliyetinin olumlu şartları, sonuncusu ise bu ehliyet türünün olumsuz şartı olarak
anılır.

Kısıtlı olmak yani hacir altına alınmış olmak, kişinin ya tamamen ya da kısmen işlem yapma yeteneğinin sınırlandırılması demektir. Kısıtlama ergin gerçek kişilerde söz konusu olur. Dolayısıyla tüzel kişilerde veya ergin olmayan kişilerde kısıtlama söz konusu değildir. Kısıtlama kararı sulh hukuk mahkemesi tarafından Kanunun aradığı şartların varlığı hâlinde verilir. Kanunda kısıtlanma nedenleri dört başlık altında toplanmıştır (TMK m. 405-408):

•   Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı

•   Savurganlık, alkol ve uyuşturucu madde bağımlılığı, kötü yaşama tarzı, kötü yönetim

•   Bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı cezaya mahkûm olma

•   İstekte bulunma. 
Yukarıdaki üç neden, ilgilinin rızasından bağımsız olarak onun kısıtlanmasına yol açar. Bununla birlikte hukukumuzda, isteğe bağlı kısıtlanma hâli de vardır. Nitekim yaşlılığı, sakatlığı, deneyimsizliği veya
ağır hastalığı sebebiyle her kişi kısıtlanmasını isteyebilir.



Fiil ehliyetlerine göre kişilerin sınıflandırılması

Fiil ehliyeti açısından kişiler dört gruba ayrılmaktadır. Fiil ehliyeti tam olanlara, tam ehliyetliler denilmektedir. Bu mükemmellikten ayrılışlarına göre fiil ehliyeti açısından üç gruptan daha söz edilir ki bunlar; sınırlı ehliyetli, sınırlı ehliyetsiz ve tam ehliyetsizlerdir.

Tam Ehliyetliler:  Bu grup üyelerinin fiil ehliyetleri tam olup her türlü hukuki işlemi tek başlarına yapabilirler. Hukuka aykırı olarak başkalarına verdikleri zararlardan da sorumlu tutulurlar. Keza bu kişilerin dava ehliyetleri de tamdır. Dolayısıyla tam ehliyetliler, ergin ve sezgin olup kısıtlı olmayan kişilerden oluşur.

 Sınırlı  ehliyetliler: Sınırlı ehliyetliler de ayırt etme gücüne sahip ve ergindir. Haklarında kısıtlılık kararı da yoktur. Bundan dolayı sınırlı ehliyetliler kural olarak, hukuki işlemlerini tek başlarına yaparlar, hukuka aykırı eylemlerinden sorumlu tutulurlar ve dava ehliyetine sahiptirler. Ancak sınırlı ehliyetliler, tam ehliyetlilerden farklı olarak kendilerine kanuni danışman atanan kişilerdir ve kanunda yazılı işlemlerin yapılması açısından bu durum onların fiil ehliyetini tam ehliyetlilerden ayırır.

Kanunda yazılı işlemler şunlardır (TMK m. 429):

•   Dava açma ve sulh olma

•   Taşınmazların alımı, satımı, rehnedilmesi ve bunlar üzerinde başka bir ayni hak kurulması

•   Kıymetli evrakın alımı, satımı ve rehnedilmesi

•   Olağan yönetim sınırları dışında kalan yapı işleri

•   Ödünç verme ve alma

•   Anaparayı alma

•   Bağışlama

•   Kambiyo taahhüdü altına girme

•   Kefil olma

Bu işlemlerdeki rolleri açısından kanuni danışmanlar; oy danışmanı, yönetim danışmanı ve karma danışman olmak üzere üçe ayrılır:

Oy danışmanlığında, sınırlı ehliyetli yukarıdaki işlemleri kanuni danışmanının görüşünü almadan yapamaz.
Yönetim danışmanlığında, aynı işlemler için bir kimsenin mal varlığını yönetme yetkisi, gelirlerinde dilediği gibi tasarruf hakkı saklı kalmak üzere kaldırılmaktadır.

Karma danışmanlık ise oy danışmanlığı ile yönetim danışmanlığının bir arada bulunduğu durumlarda söz konusu olmaktadır.

 Sınırlı ehliy et sizler: Ayırt etme gücüne sahip olmakla birlikte, ergin olmayan ya da kısıtlı olan kişilerin bulunduğu gruptur. Ayırt etme gücüne sahip olmakla birlikte ergin olmayanlar; ayırt etme gücüne sahip küçükler, mümeyyiz küçükler ya da sezgin küçükler olarak adlandırılır. Ayırt etme gücüne sahip olmakla birlikte kısıtlanmış olanlar ise; ayırt etme gücüne sahip kısıtlılar, mümeyyiz kısıtlılar ya da sezgin kısıtlılar olarak anılmaktadır.

Sınırlı ehliyetsizlerin kanuni (yasal) temsilcileri bulunur. Ayırt etme gücüne sahip küçüklerin yasal temsilcileri velileridir, yani ana-babalarıdır. Velayet hakkı ana-babadan yalnız birinde de bulunabilir. Velisi bulunmayan küçüklerle, kısıtlılara
ise vasi atanır. Ayrıca vesayette vasinin yanı sıra, vesayet daireleri de devreye girer.
Daha önce değinildiği gibi bunlar; vesayet makamı olan sulh hukuk mahkemesi ile denetim makamı olan asliye hukuk mahkemeleridir. Vasi, vesayet makamı ve denetim makamının (keza kayyımın) tümüne birden vesayet organları denmektedir (TMK m. 396).

Bu grubun sınırlı “ehliyetsiz” olarak adlandırılmasının temel nedeni, ayırt etme gücüne sahip küçük ve kısıtlılar için ehliyetsizliğin asıl, ehliyetin ise istisna olmasıdır. Nitekim, TMK m. 16’ya göre, “Ayırt etme gücüne sahip küçükler ve kısıtlılar, yasal temsilcilerinin rızası olmadıkça, kendi işlemleriyle borç altına giremezler.” Bu kuralın çeşitli istisnaları vardır.

Sınırlı Ehliyetsizlerin Hukuki İşlem Ehliyeti

Sınırlı ehliyetsizlerin tek başlarına yapamayacakları işlemler

Kural olarak sınırlı ehliyetsizler kendilerini borç altına sokan işlemleri yasal temsilcilerinin rızası olmaksızın yapamazlar. Rıza, izin ya da icazet şeklinde olabilir. Eğer önceden izin alınarak işlem yapılıyorsa, işlem geçerli olup sözleşmenin iki tarafını da bağlar. Önceden izin alınmaksızın yapılan bir işlemle sınırlı ehliyetsiz kendisini borç altına sokuyorsa, bu takdirde işlem tek taraflı bağlamazlık yaptırımına tabi olur ve veli ya da vasiden icazet alınmadıkça sınırlı ehliyetsizi bağlamaz.

Sınırlı ehliyetsizleri borç altına sokan işlemi doğrudan veli ya da vasi de yapmış olabilir. Bu durumda işlemin tarafı olarak haklar ve borçlar sınırlı ehliyetsize ait olur. Demek ki sınırlı ehliyetsizleri borç altına sokan işlemlerin iki türlü yapılma ihtimali vardır: Sınırlı ehliyetsiz tarafından kanuni temsilcinin rızası alınarak ya da doğrudan doğruya kanuni temsilci tarafından. Bununla birlikte, sınırlı ehliyetsizleri borç altına sokacak bazı işlemlerin yapılması kesin olarak yasaklanmıştır. Bu işlemler, vakıf kurma, bağışlama ve kefalettir. Bir başka deyişle sınırlı ehliyetsiz kanuni temsilcisinin rızası olsa da vakıf kuramaz, bağışlamada bulunamaz ve kefil olamaz. Sınırlı ehliyetsizler adına bazı işlemlerin yapılabilmesi için ise, sadece vasinin değil, vesayet dairelerinin de işleme dâhil olması gerekir.


Vasinin yanı sıra vesayet makamının da (yetkili sulh hukuk mahkemesinin de)
izni gereken hâllere şunlar örnek gösterilebilir (bk. TMK m. 462):

•   Taşınmazların alımı, satımı, rehnedilmesi ve bunlar üzerinde başka bir ayni hak kurulması

•   Olağan yönetim ve işletme ihtiyaçları dışında kalan taşınır veya diğer hak ve değerlerin alımı, satımı, devri ve rehnedilmesi

•   Olağan yönetim sınırlarını aşan yapı işleri

•   Ödünç verme ve alma

•   Kambiyo (çek, poliçe, bono) taahhüdü altına girme

•   Vesayet altındaki kişinin bir sanat veya meslekle uğraşması

•   Mal rejimi sözleşmeleri, mirasın paylaştırılması ve miras payının devri sözleşmeleri yapılması

•   Vesayet altındaki kişi hakkında hayat sigortası yapılması

•   Çıraklık sözleşmesi yapılması

•   Vesayet altındaki kişinin bir eğitim, bakım veya sağlık kurumuna yerleştirilmesi

•   Vesayet altındaki kişinin yerleşim yerinin değiştirilmesi

Aşağıdaki hâllerde ise vasi ve vesayet makamından başka denetim makamının
da (yetkili asliye hukuk mahkemesinin de) izni gereklidir (TMK m. 463):

•   Vesayet altındaki kişinin evlat edinmesi veya evlat edinilmesi

•   Vesayet altındaki kişinin vatandaşlığa girmesi veya çıkması

•   Bir işletmenin devralınması veya tasfiyesi, kişisel sorumluluğu gerektiren bir ortaklığa girilmesi veya önemli bir sermaye ile bir şirkete ortak olunması

•   Ömür boyu aylık veya gelir bağlama veya ölünceye kadar bakma sözleşmeleri yapılması

•   Mirasın kabulü, reddi veya miras sözleşmesi yapılması

•   Küçüğün ergin kılınması

•   Vesayet altındaki kişi ile vasi arasında sözleşme yapılması



Vesayet dairelerinin izni alınmadan yapılan işlemlerin akıbeti, tıpkı vasinin rızası alınmadan yapılan işlemler gibidir (TMK m. 465).


Sınırlı ehliyetsizlerin tek başlarına yapabilecekleri işlemler

Sınırlı ehliyetsizler kendilerini borç altına sokmayan işlemleri tek başlarına yapabilirler. Yani bunlar için yasal temsilcilerinin rızası gerekmez. Bu, TMK m. 16 hükmünün bir gereğidir.

Sınırlı ehliyetsizleri borç altına sokmayan işlemler, onlara karşılıksız kazandırma sağlayan işlemlerdir. Bu işlemlerin başlıcaları; bağışlama, ibra, kefalet alacaklısı olma, alacağın temliki yani alacağı devralmadır.

Sınırlı ehliyetsizler, serbest mallarını, yani kendi tasarruflarına bırakılmış olan mallar ile vasinin izniyle çalışarak kazandıkları malları serbestçe yönetir ve kullanırlar (TMK m. 455).

Sınırlı ehliyetsizlerin temsilci olabilmesi de mümkündür. Temsilci, temsil olunan adına ve hesabına hareket ettiğinden, kendisi borç altına girmez. Dolayısıyla kendilerini borç altına sokmadıkları için -veli veya vasilerinin rızasına gerek olmaksızın- sınırlı ehliyetsizler temsilci olarak işlem yapabilirler.

Sınırlı ehliyetsizler kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları kural olarak tek başlarına kullanırlar. Özelliklerinden dolayı kanuni temsilcilerin bunlara müdahalesi kural olarak söz konusu olmaz. Böylece sınırlı ehliyetsiz; yargısal erginliğine karar verilmesini isteme, boşanma davası açma, eşinin zina fiilini affetme, kişilik haklarına aykırılıktan dolayı manevi tazminat davası açma vb. kişiye sıkı sıkıya bağlı haklarını kanuni temsilcinin rızasına ihtiyaç duymaksızın kullanabilecektir.

Sınırlı ehliyetsizlerin hukuka aykırı fiillerinden sorumlu olma ehliyeti

Kişilerin hukuka aykırı eylemlerinden sorumlu tutulabilmesi için ayırt etme gücüne sahip olması yeterlidir. Bu şart gerçekleştikten sonra, kişilerin ergin olmaması ya da kısıtlı olması sorumluluğu ortadan kaldırmaz. Nitekim TMK m.16/II’ye göre, ayırt etme gücüne sahip küçükler ve kısıtlılar haksız fiillerinden sorumludurlar. Başkalarına verdikleri zararlar sınırlı ehliyetsizin mal varlığından karşılanır.

Sınırlı ehliyetsizlerin dava ehliyeti

Sınırlı ehliyetsizlerin dava ehliyeti ile hukuki işlem ehliyeti arasında sıkı bir ilişki vardır. Kendi yapabilecekleri işlemlerle ilgili dava ehliyetleri de vardır. Haksız fiilleri ile ilgili olarak da dava ehliyetleri bulunmaktadır.


Tam Ehliyetsizler: Fiil ehliyetinin üç şartından en önemlisi ayırt etme gücüne sahip olmaktır. Ayırt etme gücüne sahip olmayanların fiilleri hukuki sonuç doğurmaz (TMK m. 15). Dolayısıyla bunların kaç yaşında olduklarının, daha doğrusu ergin olup olmadıklarının da hukuken bir önemi yoktur.

Tam ehliyetsizlerin hukuki işlem ehliyeti olmadığından, bunların adına işlemleri kanuni temsilcileri yapar. Tam ehliyetsizlerin bizzat işlem yapması hâlinde ise işlemin herhangi bir geçerliliği olmaz; baştan itibaren geçersizdir, batıldır. Bunların kendilerini bağlayıcı bir irade açıklaması söz konusu olamayacağından, sonradan icazet verilmesi yoluyla işlemin geçerli kılınması da mümkün değildir.

Tam ehliyetsizler adına işlemleri kanuni temsilcileri yapıyor olmakla birlikte, bu kuralın istisnaları vardır. Sınırlı ehliyetsizler için de yasak olan işlemler, yani bağışlamada bulunma, kefil olma ve vakıf kurma işlemleri bu ehliyet grubu için de yapılamaz. Bunun gibi, kişiye sıkı sıkıya bağlı haklar, ne tam ehliyetsiz ne de yasal temsilcisi tarafından kullanılabilir. Örneğin, evlilik dışı doğan çocuğun tanınması böyledir.

Ayırt etme gücünden geçici yoksunluk durumlarında da kişilerin yaptığı işlemlerin geçerli olmayacağını burada önemine binaen belirtmek gerekir. Örneğin, aldığı alkolden dolayı geçici olarak ayırt etme gücünü kaybeden bir kişinin yaptığı sözleşmenin ya da vasiyetnamenin bir geçerliliği olmaz.Tam ehliyetsizlerin dava ehliyeti de yoktur.

Ayırt etme gücü olmayanların hukuka aykırı fiillerinden kural olarak sorumluluğu olmaz. Ancak hakkaniyet gerektiriyorsa; hâkim, ayırt etme gücü bulunmayan kişinin verdiği zararın, tamamen veya kısmen giderilmesine karar verir
(BK m. 65).

• Kendi kişiliğinizi ve buna bağlı özelliklerinizi hukuken tanımlayınız?


HUKUKTA KİŞİ VE KİŞİLİK KAVRAMLARI

• Hukukta kişi ve kişilik kavramlarının ne anlama geldiğini anlayabilecek,
• Gerçek kişileri tanımlayıp açıklayabilecek,
• Gerçek kişiliğin başlangıç ve sonunu öğrenebilecek,
• Gerçek kişilerin hak ve fiil ehliyetlerinin özelliklerini kavrayabilecek,
• Tüzel kişileri tanımlayıp açıklayabilecek,
• Tüzel kişilerin hak ve fiil ehliyetlerinin özelliklerini kavrayabilecek,
• Tüzel kişilerin türlerini ve temel özelliklerini öğreneceksiniz.



GİRİŞ

Medeni Kanunun Kişiler Hukuku kitabının ilk maddesi olan TMK m. 8, “Her insanın hak ehliyeti vardır” hükmü ile başlar. Bununla birlikte insan ve kişi kavramları özdeş kavramlar değildir. İnsanlar hukuktaki kişilerin sadece bir bölümünü oluştururlar. Aşağıda kişi ve kişilik kavramı üzerinde duruldukça konu daha iyi anlaşılacaktır.


HUKUKTA KİŞİ VE KİŞİLİK KAVRAMLARI


Hukukta kişi olmanın anlamı insan olmak değil, haklara ve borçlara ehil olmak, yani haklara ve borçlara sahip olabilmektir.

Kişi Kavramı

Hukukta kişi, hukuk düzenince muhatap alınan, hak edinebilen ve borç altına da girebilen varlıkları ifade eder. Bu bakımdan hukukta kişi olmanın anlamı insan olmak değil, haklara ve borçlara ehil olmak yani haklara ve borçlara sahip olabilmektir. Nitekim insanlar gerçek kişiler olarak anılırken bunların dışında tüzel kişiler denen varlıkların da kişiliği vardır. Buna karşın, hayvan ve bitkiler kişi sayılmazlar. Dolayısıyla bunların haklara ve borçlara sahip olabilmesi mümkün değildir. Bir hayvan için hukuken sahip olduğu evinden ve bundan doğan emlak vergisi borcundan söz edilemez.

Kişilik Kavramı

Kişi ve kişilik her zaman aynı anlama gelmez. Bunlar bazen “Gerçek kişiler (hakiki şahıslar) ile insanların kişiliği kastedilir.” cümlesinde olduğu gibi, aynı anlamda kullanılır. Bununla birlikte çoğunlukla kişilik ile kişi kavramından çok daha fazlası anlaşılır: Kişi, hakların ve borçların muhatabı olan özneyi ifade ederken; kişilik, kişinin ehliyetleri, kişilik alanına giren değerleri ve kişisel durumların toplamını anlatan bir kavramdır. Böylece bir kişinin; hangi işlemleri tek başına yapıp yapamayacağı, amcası ile olan hısımlığının derecesi, evli olup olmaması, yaşam ilişkilerini yoğunlaştırdığı yer ile bağlantısı, şerefi, namusu ve sağlığı gibi merkezinde kendisinin olduğu çeşitli ilişki, değer ve durumların tamamı geniş
anlamda kişiliğin kapsamı içinde yer alır.


GERÇEK KİŞİLER

Kişiliğin Başlangıcı

İnsanların kişilik durumunu ifade etmek üzere gerçek kişilikten söz edilir. Bu kişiliğin başlangıcı da insanın doğumuna kadar gider. Gerçekten de TMK m. 28’e göre, kişilik, çocuğun sağ olarak tamamıyla doğduğu anda başlar. Sağ olarak tamamıyla doğumdan kasıt, anasından ayrıldıktan sonra çocuğun bir an dahi olsa yaşamsal fonksiyonlarının devam etmiş olmasıdır.

Asıl kural, sağ olarak tamamıyla doğmakla kişiliğin başlamasıdır. Bununla birlikte cenin için özel bir düzenlemeye gidilmiştir. Cenin, ana rahmine düşmüş çocuk demektir. Cenin hak ehliyetini ana rahmine düştüğü andan başlayarak elde eder (TMK m. 28/II). Ancak bu durumda da kişiliğin kazanılmasında doğum önemlidir. Zira sağ olarak tamamıyla doğum gerçekleşmezse, yani çocuk düşer ya da ölü doğarsa kişilik kazanılmış olmaz.

Miras hukukumuza göre, kadın gebeyken kocası ölürse, çocuk doğduğunda, ana rahmine düştükten sonra babası öldüğünden, onun mirasçısı olacaktır. Ancak çocuk ölü doğarsa, kişilik kazanamayacağından kendisine herhangi bir miras payı düşmez.


Kişiliğin Sona Ermesi

Sağ olarak tamamıyla doğmakla başlayan kişilik, kişi sağ olduğu müddetçe devam eder, ölümle de sona erer. Ölümle birlikte artık kişinin haklara ve borçlara sahip olmasından söz edilemez.

Ölüm anının tespiti ile ilgili olarak biyolojik ve beyinsel ölümden söz edilir. Biyolojik ölüm, kişinin soluk alıp vermesi gibi temel yaşam fonksiyonlarının sona ermesidir. Beyinsel ölüm ise bunun ötesinde kişinin beyin fonksiyonlarının sona ermesi ile gerçekleşir. Beyinsel ölüm, tıptaki gelişmeler sonucu daha sonra ortaya çıkmış bir kavramdır. Ölümün gerçekleşip gerçekleşmediğini belirleme işi esasen tıp bilimine aittir. Hukuki açıdan önemli olan, kişinin temel yaşamsal işlevlerinin
geri dönülemez şekilde sona erip ermediğidir.

Sağ Olmanın ve Ölümün İspatı

Nüfus sicillerine dayanarak ispat

Bir kişinin sağ ya da ölü olduğu nüfus sicillerine dayanarak ispat edilir. Ancak nüfus sicilinde kayıt yoksa ya da bulunan kaydın doğru olmadığı anlaşılırsa gerçek durum her türlü kanıtla ispat edilebilir. Bu konuda en önemli kanıt kişinin cesedidir. Ancak bazı durumlarda kişinin cesedine ulaşmak güç olabilir.

Ölüm karinesi

TMK m. 31’e göre, bir kimse, ölümüne kesin gözle bakılmayı gerektiren durumlar içinde kaybolursa cesedi bulunamamış olsa bile gerçekten ölmüş sayılır. Ölüm karinesine dayanan tarafın artık ölümünün varlığını ispatı gerekmez (Bu yolla ölümün varlığını ispatlamış olur).

Ölüm karinesine dayanabilmek için cesedi bulunamamış kişinin ölümüne kesin gözle bakılmasını gerektirecek durum ve şartlar içinde kaybolduğu ortaya konulmalıdır. Bir uzay mekiğinin havalandıktan bir süre sonra infilak etmesi ve astronotların cesedine ulaşılamamasında olduğu gibi.

Ölüm karinesine başvurulabildiği durumlarda, o yerin en büyük mülki amirinin emriyle kaybolan kişi hakkında nüfus kütüğüne ölü kaydı düşürülür. Kanun, ilgililere, bu kişinin ölü veya sağ olduğunun mahkemece tespitini isteyebilme hakkı da tanımıştır (TMK m. 44/I).

Gaiplik

Bazen kaybolmalar, kişinin ölümüne kesin gözle bakılmasını gerektirecek şekilde gerçekleşmez. Bu takdirde ölüm karinesinden yararlanılamaz. Ancak kanun koyucu, hakları ölüme bağlı olanlara bu gibi durumlarda da ispat kolaylığı tanımıştır.

Gaiplik hükümleri, cesedi bulunamayan bir kişinin ölüm tehlikesi içinde kaybolduğunun veya kendisinden uzun zamandan beri haber alınamadığının ispatlanması yoluyla onun hakkında gaiplik kararı alınmasını sağlar (TMK m. 32 vd). Hakkında gaiplik kararı alınmış kimseye gaip denir.

Gaiplik kararı verilmesi mahkemeden istenir. Gaiplik kararının mahkemeden istenebilmesi için ölüm tehlikesinin üzerinden en az bir yıl veya son haber tarihinin üzerinden en az beş yıl geçmiş olması gerekir.

Gaipliğe karar verilmesinin istenmesi üzerine hâkim, gaipliğine karar verilecek kişi hakkında bilgisi bulunan kimseleri, belirli bir sürede bilgi vermeleri için usulüne göre yapılan ilanla çağırır. Bu süre, ilk ilanın yapıldığı günden başlayarak en az altı aydır.

Gaiplik kararının verilmesiyle birlikte, hakkında gaiplik kararı verilmesi istenen kişi gaip konumuna geçer ve kişiliği son bulur. Gaiplik kararının varlığı kişinin öldüğüne karine teşkil eder ve artık ölüme bağlı haklar, aynen gaibin ölümü ispatlanmış gibi kullanılır (TMK m. 35).

Birlikte ölüm karinesi

Bir kimsenin sağ olup olmadığının ya da ölüp ölmediğinin belirlenmesi kadar, ne zamana kadar sağ olduğunun veya ne zaman öldüğünün bilinmesi de önemlidir. Zira ölümle kişilik sona ereceğinden, bu andan sonra artık ölen açısından bir hakkın elde edilmesinden ya da bir borcun yüklenilmesinden söz edilemeyecektir.

Ancak bazen birden fazla kişinin ölümü kesin olarak bilinse bile bunlardan hangisinin önce hangisinin sonra öldüğünün ispatı güçlük arz eder. Örneğin, cephede bulunan iki kardeşin cesetleri ailelerine teslim edilmiş olsa da hangisinin önce öldüğü belirsiz kalabilir.

İşte TMK m. 29/II’ye göre, birden fazla kişiden hangisinin önce veya sonra öldüğü ispat edilemezse hepsi aynı anda ölmüş sayılır. Buna birlikte ölüm karinesi denir. Böylece haklarında birlikte ölüm karinesine başvurulanlar, birinin ölümü anında diğeri sağ olmadığı için birbirlerinin mirasçısı olamazlar.

Gerek ölüm karinesi gerekse gaiplik kararı gibi, birlikte ölüm karinesi de kesin karine olmayıp adi karine niteliğindedir. Dolayısıyla bu karinenin aksi her türlü delille ispatlanabilir.



5 Ocak 2014 Pazar

Dürüstlük Kuralı ve Hakkın Kötüye Kullanılması Yasağı

Dürüstlük Kuralı ve Hakkın Kötüye Kullanılması Yasağı

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Dürüstlük kuralı ile ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
a) Hakları kullanırken ya da borçları yerine getirirken gözetilmek zorundadır.
b) Sözleşmelerin değişen şartlara uyarlanması bakımından da önem taşır.
c) Toplumdaki ortalama kişilerden beklenen iyiniyetli davranış modeli olduğu için objektif iyiniyet kuralı olarak da adlandırılır.
d) Bu kurala aykırı davranışın herhangi bir yaptırımı yoktur.
e) Kanunların yorumlanmasında da gözetilir.

2. Hakların kullanılması ve borçların yerine getirilmesi sırasında, ortalama ve makul bir kişiden beklenen davranış tarzını gösterme zorunluluğu aşağıdakilerden hangisi ile açıklanır?
a) Dürüstlük kuralı
b) Subjektif iyiniyet
c) Suçta ve cezada kanunilik
d) Ayırtım gücü olmayan kişilerin haksız fiilden sorumlu tutulamaması
e) Oranlılık ilkesi

3. Aşağıdakilerden hangisi hakların kötüye kullanıldığına ilişkin göstergelerden biri değildir?
a) Hakkını kullananın çelişkili davranışlar içinde olması
b) Elde edeceği yarar ile karşı taraf vereceği zarar arasında aşırı bir oransızlık bulunması
c) Hakkı kullanmaktan bir yarar sağlamaması
d) Hakkını kullanmasından bir başkasının zarar görmesi
e) Kötü kazanılmış bir hakkın ileri sürülmesi

4. Aşağıdakilerden hangisi hakkın karşı tarafı esirgeyici şekilde kullanılmamasına bir örnektir?
a) Karşı tarafı oyalayarak zaman aşımı süresini kaçırmasına yol açmak
b) Şekle aykırı olarak yapmakta ısrar ettiği sözleşmenin geçersizliğini ileri sürmek
c) Şekle aykırı olduğunu bile bile ifa ettiği sözleşme çerçevesinde verdiğini geri istemek
d) Çanak antenini başka yere kurması mümkünken komşusunun manzarasını kesecek şekilde kurmak
e) 10.000 TL'lik borcunun tamamını denkleştiremediği için, eksik kalan 75 TL.'yi iki gün sonra maaş alınca ödemeyi teklif eden borçlusunun ödemesini bütünüyle reddederek onu borcun tümü bakımından temerrüde düşürmek

5. Dürüstlük kuralı ile ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?
a) Haklar kullanılırken veya borçlar ifa edilirken dürüstlük kuralına aykırı davranıldığını hakim resen göz önünde tutamaz.
b) Hâkim kanunları yorumlarken dürüstlük kuralını göz önünde bulundurur.
c) Sözleşmelerin değişen koşullara uyarlanabilmesi dürüstlük kuralının bir gereğidir.
d) Yan yükümlülüklerin kabulünde dürüstlük kuralı etkilidir.
e) Sözleşmelerin çevrilmesinde dürüstlük kuralı etkilidir.
6. Aşağıdakilerden hangisi hakkını kötüye kullanan kişiye karşı uygulanabilecek yaptırımlardan biri değildir?
a) Kişinin davasını reddetmek
b) Ona karşı açılmış olan davayı kabul etmek
c) Hakkını kötüye kullanarak yarattığı durumun eski haline getirilmesini sağlamak
d) Ortaya çıkan zararı tazmin ettirmek
e) Hürriyeti bağlayıcı cezaya çarptırmak

7. Kanunda aranan bazı koşulları taşımadığı için geçersiz olan bir işlem, tarafların daha önce düşünmedikleri bir başka hukuki işlemin tüm geçerlilik unsurlarını taşıyor olabilir. Üstelik geçerlilik unsurları sağlanmış olan bu işlem tarafların yapmak istedikleri işlem ile aynı hukuki sonuçları doğurmaya da elverişlidir. Bu gibi durumlarda, dürüstlük kuralı, tarafların bu ikinci işlemi yapmış sayılmalarını sağlayabilir. Bu duruma hukukta ne ad verilir?
a) Çevirme
b) Culpa in contrahendo
c) İşlem temelinin çökmesi
d) Hakkın kötüye kullanılması
e) Genel İşlem şartları

8. Sözleşme görüşmeleri içinde bulunan taraflardan birinin dürüstlük kuralına aykırı hareket etmesi sonucu diğer taraf zarar görecek olursa ortaya çıkacak sorumluluğa verilen isim aşağıdakilerden hangisidir?
a) Convertion
b) Emprevizyon
c) Culpa in contahendo
d) İşlem temelinin çökmesi
e) Genel işlem şartları

9. Dürüstlük kuralı sözleşmelerin yeni koşullara uygulanmasında da etkili olur. Aşağıdakilerden hangisi dürüstlük kuralının bu rolünü açıklayan teorinin ismidir?
a) İşlem temelinin çökmesi
b) Culpa in contrahendo
c) Convertion
d) Tahvil
e) Genel işlem şartları

10. Dürüstlük kuralı ile ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi doğrudur?
a) Dürüstlük kuralı ancak kanunun açıkça buna sonuç bağladığı durumlarda uygulanır.
b) Kanunların yorumlanmasında dürüstlük kuralından yararlanılsa da sözleşmelerin yorumlanmasında dürüstlük kuralının bir rolü olmaz.
c) Kanunların tamamlanmasında dürüstlük kuralından yararlanılsa da sözleşmelerin tamamlanmasında dürüstlük kuralının rolü olmaz.
d) Dürüstlük kuralına uyma zorunluluğu sadece Medeni Hukuk alanında geçerli bir ilkedir.
e) Dürüstlük kuralına uygun davranılıp davranılmadığı objektif ölçütlere göre belirlenir.


CEVAPLAR
1.D-2.A-3.D-4.D-5.A-6. E-7.A-8.C-9.A-10.E