6 Ocak 2014 Pazartesi

HUKUKTA KİŞİ VE KİŞİLİK KAVRAMLARI

• Hukukta kişi ve kişilik kavramlarının ne anlama geldiğini anlayabilecek,
• Gerçek kişileri tanımlayıp açıklayabilecek,
• Gerçek kişiliğin başlangıç ve sonunu öğrenebilecek,
• Gerçek kişilerin hak ve fiil ehliyetlerinin özelliklerini kavrayabilecek,
• Tüzel kişileri tanımlayıp açıklayabilecek,
• Tüzel kişilerin hak ve fiil ehliyetlerinin özelliklerini kavrayabilecek,
• Tüzel kişilerin türlerini ve temel özelliklerini öğreneceksiniz.



GİRİŞ

Medeni Kanunun Kişiler Hukuku kitabının ilk maddesi olan TMK m. 8, “Her insanın hak ehliyeti vardır” hükmü ile başlar. Bununla birlikte insan ve kişi kavramları özdeş kavramlar değildir. İnsanlar hukuktaki kişilerin sadece bir bölümünü oluştururlar. Aşağıda kişi ve kişilik kavramı üzerinde duruldukça konu daha iyi anlaşılacaktır.


HUKUKTA KİŞİ VE KİŞİLİK KAVRAMLARI


Hukukta kişi olmanın anlamı insan olmak değil, haklara ve borçlara ehil olmak, yani haklara ve borçlara sahip olabilmektir.

Kişi Kavramı

Hukukta kişi, hukuk düzenince muhatap alınan, hak edinebilen ve borç altına da girebilen varlıkları ifade eder. Bu bakımdan hukukta kişi olmanın anlamı insan olmak değil, haklara ve borçlara ehil olmak yani haklara ve borçlara sahip olabilmektir. Nitekim insanlar gerçek kişiler olarak anılırken bunların dışında tüzel kişiler denen varlıkların da kişiliği vardır. Buna karşın, hayvan ve bitkiler kişi sayılmazlar. Dolayısıyla bunların haklara ve borçlara sahip olabilmesi mümkün değildir. Bir hayvan için hukuken sahip olduğu evinden ve bundan doğan emlak vergisi borcundan söz edilemez.

Kişilik Kavramı

Kişi ve kişilik her zaman aynı anlama gelmez. Bunlar bazen “Gerçek kişiler (hakiki şahıslar) ile insanların kişiliği kastedilir.” cümlesinde olduğu gibi, aynı anlamda kullanılır. Bununla birlikte çoğunlukla kişilik ile kişi kavramından çok daha fazlası anlaşılır: Kişi, hakların ve borçların muhatabı olan özneyi ifade ederken; kişilik, kişinin ehliyetleri, kişilik alanına giren değerleri ve kişisel durumların toplamını anlatan bir kavramdır. Böylece bir kişinin; hangi işlemleri tek başına yapıp yapamayacağı, amcası ile olan hısımlığının derecesi, evli olup olmaması, yaşam ilişkilerini yoğunlaştırdığı yer ile bağlantısı, şerefi, namusu ve sağlığı gibi merkezinde kendisinin olduğu çeşitli ilişki, değer ve durumların tamamı geniş
anlamda kişiliğin kapsamı içinde yer alır.


GERÇEK KİŞİLER

Kişiliğin Başlangıcı

İnsanların kişilik durumunu ifade etmek üzere gerçek kişilikten söz edilir. Bu kişiliğin başlangıcı da insanın doğumuna kadar gider. Gerçekten de TMK m. 28’e göre, kişilik, çocuğun sağ olarak tamamıyla doğduğu anda başlar. Sağ olarak tamamıyla doğumdan kasıt, anasından ayrıldıktan sonra çocuğun bir an dahi olsa yaşamsal fonksiyonlarının devam etmiş olmasıdır.

Asıl kural, sağ olarak tamamıyla doğmakla kişiliğin başlamasıdır. Bununla birlikte cenin için özel bir düzenlemeye gidilmiştir. Cenin, ana rahmine düşmüş çocuk demektir. Cenin hak ehliyetini ana rahmine düştüğü andan başlayarak elde eder (TMK m. 28/II). Ancak bu durumda da kişiliğin kazanılmasında doğum önemlidir. Zira sağ olarak tamamıyla doğum gerçekleşmezse, yani çocuk düşer ya da ölü doğarsa kişilik kazanılmış olmaz.

Miras hukukumuza göre, kadın gebeyken kocası ölürse, çocuk doğduğunda, ana rahmine düştükten sonra babası öldüğünden, onun mirasçısı olacaktır. Ancak çocuk ölü doğarsa, kişilik kazanamayacağından kendisine herhangi bir miras payı düşmez.


Kişiliğin Sona Ermesi

Sağ olarak tamamıyla doğmakla başlayan kişilik, kişi sağ olduğu müddetçe devam eder, ölümle de sona erer. Ölümle birlikte artık kişinin haklara ve borçlara sahip olmasından söz edilemez.

Ölüm anının tespiti ile ilgili olarak biyolojik ve beyinsel ölümden söz edilir. Biyolojik ölüm, kişinin soluk alıp vermesi gibi temel yaşam fonksiyonlarının sona ermesidir. Beyinsel ölüm ise bunun ötesinde kişinin beyin fonksiyonlarının sona ermesi ile gerçekleşir. Beyinsel ölüm, tıptaki gelişmeler sonucu daha sonra ortaya çıkmış bir kavramdır. Ölümün gerçekleşip gerçekleşmediğini belirleme işi esasen tıp bilimine aittir. Hukuki açıdan önemli olan, kişinin temel yaşamsal işlevlerinin
geri dönülemez şekilde sona erip ermediğidir.

Sağ Olmanın ve Ölümün İspatı

Nüfus sicillerine dayanarak ispat

Bir kişinin sağ ya da ölü olduğu nüfus sicillerine dayanarak ispat edilir. Ancak nüfus sicilinde kayıt yoksa ya da bulunan kaydın doğru olmadığı anlaşılırsa gerçek durum her türlü kanıtla ispat edilebilir. Bu konuda en önemli kanıt kişinin cesedidir. Ancak bazı durumlarda kişinin cesedine ulaşmak güç olabilir.

Ölüm karinesi

TMK m. 31’e göre, bir kimse, ölümüne kesin gözle bakılmayı gerektiren durumlar içinde kaybolursa cesedi bulunamamış olsa bile gerçekten ölmüş sayılır. Ölüm karinesine dayanan tarafın artık ölümünün varlığını ispatı gerekmez (Bu yolla ölümün varlığını ispatlamış olur).

Ölüm karinesine dayanabilmek için cesedi bulunamamış kişinin ölümüne kesin gözle bakılmasını gerektirecek durum ve şartlar içinde kaybolduğu ortaya konulmalıdır. Bir uzay mekiğinin havalandıktan bir süre sonra infilak etmesi ve astronotların cesedine ulaşılamamasında olduğu gibi.

Ölüm karinesine başvurulabildiği durumlarda, o yerin en büyük mülki amirinin emriyle kaybolan kişi hakkında nüfus kütüğüne ölü kaydı düşürülür. Kanun, ilgililere, bu kişinin ölü veya sağ olduğunun mahkemece tespitini isteyebilme hakkı da tanımıştır (TMK m. 44/I).

Gaiplik

Bazen kaybolmalar, kişinin ölümüne kesin gözle bakılmasını gerektirecek şekilde gerçekleşmez. Bu takdirde ölüm karinesinden yararlanılamaz. Ancak kanun koyucu, hakları ölüme bağlı olanlara bu gibi durumlarda da ispat kolaylığı tanımıştır.

Gaiplik hükümleri, cesedi bulunamayan bir kişinin ölüm tehlikesi içinde kaybolduğunun veya kendisinden uzun zamandan beri haber alınamadığının ispatlanması yoluyla onun hakkında gaiplik kararı alınmasını sağlar (TMK m. 32 vd). Hakkında gaiplik kararı alınmış kimseye gaip denir.

Gaiplik kararı verilmesi mahkemeden istenir. Gaiplik kararının mahkemeden istenebilmesi için ölüm tehlikesinin üzerinden en az bir yıl veya son haber tarihinin üzerinden en az beş yıl geçmiş olması gerekir.

Gaipliğe karar verilmesinin istenmesi üzerine hâkim, gaipliğine karar verilecek kişi hakkında bilgisi bulunan kimseleri, belirli bir sürede bilgi vermeleri için usulüne göre yapılan ilanla çağırır. Bu süre, ilk ilanın yapıldığı günden başlayarak en az altı aydır.

Gaiplik kararının verilmesiyle birlikte, hakkında gaiplik kararı verilmesi istenen kişi gaip konumuna geçer ve kişiliği son bulur. Gaiplik kararının varlığı kişinin öldüğüne karine teşkil eder ve artık ölüme bağlı haklar, aynen gaibin ölümü ispatlanmış gibi kullanılır (TMK m. 35).

Birlikte ölüm karinesi

Bir kimsenin sağ olup olmadığının ya da ölüp ölmediğinin belirlenmesi kadar, ne zamana kadar sağ olduğunun veya ne zaman öldüğünün bilinmesi de önemlidir. Zira ölümle kişilik sona ereceğinden, bu andan sonra artık ölen açısından bir hakkın elde edilmesinden ya da bir borcun yüklenilmesinden söz edilemeyecektir.

Ancak bazen birden fazla kişinin ölümü kesin olarak bilinse bile bunlardan hangisinin önce hangisinin sonra öldüğünün ispatı güçlük arz eder. Örneğin, cephede bulunan iki kardeşin cesetleri ailelerine teslim edilmiş olsa da hangisinin önce öldüğü belirsiz kalabilir.

İşte TMK m. 29/II’ye göre, birden fazla kişiden hangisinin önce veya sonra öldüğü ispat edilemezse hepsi aynı anda ölmüş sayılır. Buna birlikte ölüm karinesi denir. Böylece haklarında birlikte ölüm karinesine başvurulanlar, birinin ölümü anında diğeri sağ olmadığı için birbirlerinin mirasçısı olamazlar.

Gerek ölüm karinesi gerekse gaiplik kararı gibi, birlikte ölüm karinesi de kesin karine olmayıp adi karine niteliğindedir. Dolayısıyla bu karinenin aksi her türlü delille ispatlanabilir.



1 yorum: