HAKKIN KÖTÜYE KULLANILMASI YASAĞI
Kavram
Türk Medeni Kanunu'nun 2. maddesinin birinci fıkrasındaki, herkesin haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kuralına uymak zorunda olduğu hükmünün hemen arkasından gelen ikinci fıkrada şöyle bir hüküm yer alır: "Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz." Bu hüküm, hakkın kötüye kullanılması yasağı olarak da ifade edilir.
Hakkın kötüye kullanılması yasağının dürüstlük kuralına uyma emrinden hemen sonra düzenlenmiş olmasından çıkan sonuç, kişilerin haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüst davranmaları ile haklarını kötüye kullanmamaları arasında yakın bir ilgi olduğudur. Öyle ki, dürüst davranma emri ile hakkın kötüye kullanılması yasağı, birbirini tamamlar. Fakat ifade biçimleri farklıdır, biri emir vererek olumlu bir cümle, diğeri ise yasak koyarak olumsuz bir cümle içerir. Hakkın kötüye kullanılması, hakkın dürüstlük kuralına aykırı şekilde kullanılması demektir. Çünkü mantıklı düşünebilen, orta zekâlı ve namuslu hiç kimse hakkını kötüye kullanmaz. Ancak 2. maddenin birinci fıkrasından da anlaşılacağı gibi, dürüst davranma zorunluluğu sadece haklar kullanılırken söz konusu olmaz. Borçların ifasının da dürüstlük kuralına uygun olması gerekir; ama borcunu ifa ederken dürüstlük kuralına aykırı hareket eden kişinin bir hakkını kötüye kullanıyor olduğundan söz edilemez. O hâlde, dürüstlük kuralına aykırılığın hakkın kötüye kullanılması sayılamadığı durumlar da vardır. Hakkın kötüye kullanılması, dürüstlük kuralına aykırı davranış biçimlerinden sadece biridir.
Bu fıkrada, hakkın kötüye kullanılması yasağından söz edilerek, bu yasağa aykırı davranışın hukuk düzeni tarafından korunmayacağı uyarısı yapılmıştır; ama hakkın kötüye kullanılmasından söz edebilmek için hangi koşulların sağlanması gerektiğine ilişkin yeterli bir ipucu verilmemiştir. Bu ikinci fıkranın 743 sayılı Medeni Kanun zamanındaki ifadesi şöyleydi: "Bir hakkın sırf gayri ızrar eden suistimalini kanun himaye etmez." Bu da, günümüz Türkçesiyle, bir hakkın sırf başkasına zarar veren kötüye kullanımını kanun korumaz, olarak anlaşılırdı.
Hukuk öğretisi ve yargı kararları, hakkın kötüye kullanılmasından söz edebilmek için bazı koşulların sağlanmasını aramaktadır. Yine öğretiye ve yargı
kararlarına bakarak, hakkın kötüye kullanılması sayılabilecek bazı olay gruplarından söz etmek mümkündür. Aşağıda sırasıyla bu konulara değineceğiz.
Hakkın Kötüye Kullanılmasının Koşulları
Hakkın kötüye kullanılmasından söz etmek için öncelikle ortada bir hakkın bulunması gerekir. Bu hakkın dürüstlük kuralına aykırı olarak kullanılması gerekir. Hakkın dürüstlük kuralına aykırı olarak kullanılmasından bir zarar doğmalıdır.
Hakkın Varlığı
Hakkın kötüye kullanılmasından söz etmenin ön koşulu bir hakkın varlığıdır. Kişiler bazen, belli bir yönde davranmak konusunda hukuk düzenince yetkilendirilmiş olmadıkları, yani hiçbir hakları olmadığı hâlde, o yönde davranmış olabilirler. Bazen de haklarını kullanırken hukuk düzeninin çizmiş olduğu sınırları aşabilirler. Her iki durumda da haksız bir davranış biçimi söz konusudur ve bunun hakkın kötüye kullanılması yasağı ile hiçbir ilgisi yoktur. Oysa hakkın kötüye kullanılabilmesi için, kişinin bir hakkının bulunması gerekir. Bu söylediklerimizi bu konuda öğretide sıklıkla verilen çok öğretici bir örnek yardımıyla açıklayalım.
Bir kişi, kendi arsası üzerine, imar kurallarının izin verdiği yüksekliği aşmayacak şekilde ve tamamıyla kurallara uygun olarak bir bina yaparsa hakkını kullanmış olur. Bir kişi arsası üzerine bina yaparken, imar kurallarını ihlal ederse, hakkının sınırlarını aşmış olduğundan, davranışı haksızdır. Bir kişi, başkasının arsasına girerek, arsa sahibi tarafından yetkilendirilmediği hâlde, bir bina yaparsa, arsa sahibinin mülkiyet hakkını ihlal etmiş olur. Bu kişinin davranışı da haksızdır. İlk örnekteki davranış biçimi hukuk düzenine ters düşmez ve bu yüzden konumuzu zaten ilgilendirmez; ama ikinci ve üçüncü örneklerdeki davranış biçimleri hukuk düzenine ters düşer ve yaptırımla da karşılaşır; ancak bu örneklerde, hakkın varlığından söz edilemeyeceği için hakkın kötüye kullanılmasından da söz edilemez. Oysa bir kişi, sırf mülkiyet hakkı kendisine arsası üzerinde inşaat yapma yetkisi tanıyor diye, hiçbir işine yaramayacak ve yüksekçe bir duvar örerse, bu duvar onun işine yaramadığı ve ona belli bir maliyeti de olduğu hâlde, komşusunun da manzarasını veya ışığını kesiyorsa, işte burada hakkın kötüye kullanılmasından söz edilebilir.
Hakkın kötüye kullanıldığına ilişkin bu tipik örnek, hakkın kötüye kullanılmasından söz edebilmek için aranan bir hakkın varlığı dışındaki koşulları da içermektedir.
Hakkın Dürüstlük Kuralına Aykırı Olarak Kullanılması
Haklar, toplumdaki mantıklı düşünen, ortalama zekâya sahip, namuslu bireyler tarafından da kullanılabilecekleri şekilde kullanılmalıdır. Aksi takdirde
Dürüstlük Kuralı ve Hakkın Kötüye Kullanılması Yasağı dürüstlük kuralına aykırı kullanım söz konusu olur. Yukarıdaki örneğimize dönecek olursak, mantıklı hareket edebilen, orta zekâlı ve namuslu hiçbir arsa maliki, arsası üzerine, emek vererek ve masraf yaparak, hiçbir ihtiyacına yanıt vermeyen bir duvar örmez.
Hakkın kötüye kullanılması yasağına ilişkin düzenlemede, kanun koyucu, kötüye kullanımın açık olmasını da aramıştır. Hakkın kötüye kullanımı, çoğu zaman, hakkın amacına aykırı bir şekilde kullanımı anlamına gelir. Hakkın amacına aykırı kullanıldığı durumlarda, kişinin davranışı öyle bir nitelik almış olmalıdır ki, bu davranışı değerlendiren hiç kimse, hakkın amacına aykırı kullanıldığından şüphe etmemelidir. Bunun dışındaki dürüstlük kuralına aykırı durumlarda da hakkın kötüye kullanıldığı, yani ortalama kişilerden beklenen davranış tarzına ters düştüğü, kolaylıkla tespit edilebilmelidir, herkes tarafından kolaylıkla anlaşılabilecek dıurumda olmalıdır.
Zarar
Medeni Kanunumuzun 2. maddesinin 2. fıkrasında, "Bir hakkın sırf gayri ızrar eden suistimalini kanun himaye etmez", şeklindeki eski metinden farklı olarak, başkasının zarar görmesi koşulu üzerinde durulmamıştır. Bu durum, hakkın kötüye kullanılmasından söz etmek için zarar koşulunun gerekmediğini düşündürebilir; ama öğretideki yazarların çoğunluğuyla birlikte biz de zararın varlığı koşulunu arıyoruz. Az sonra üzerinde duracağımız hakkın kötüye kullanılmasına ilişkin olay gruplarının da hepsinde ya zarar gören ya da zarar görme tehlikesi altında bulunan bir kişi mevcuttur. Kaldı ki, kimsenin gördüğü bir zarar veya zarar görme tehlikesi söz konusu değilse, dürüstlük kuralına aykırı olsa bile, hakkını kullanan bir kişi ile hukuk düzeninin ilgilenmesi için hiçbir sebep yoktur. Üstelik dürüstlük kuralına aykırı hareket eden, yani ortalama kişilerin davranış biçiminden sapan kişilerin bu davranışları çoğu zaman başkasına zarar verme istekleriyle açıklanır. Fakat hakkın kötüye kullanılmasından söz etmek için zarar, zorunlu bir koşul olsa da, hakkını kötüye kullanan kişinin mutlaka başkasına zarar verme kastıyla hareket etmesi şart değildir. Onun hakkını, açıkça, dürüstlük kuralına aykırı olarak kullanmış olması ve bundan bir zarar doğmuş bulunması yeterlidir.
Hakkın kötüye kullanılmasından söz edebilmek için zararın zorunlu bir unsur olmadığını ileri süren yazarlar, Medeni Kanu'nun konuya ilişkin hükmündeki açık ifade değişikliğine dikkat çektikleri gibi, kanuna karşı hile hâllerini de hakkın kötüye kullanılması kavramı içinde ele almaktadırlar. Oysa zararı hâlen zorunlu bir unsur olarak gören yazarlar, özellikle bu koşulu, kanuna karşı hileyi hakkın kötüye kullanılmasından ayıran unsur olarak görmektedirler. Kanuna karşı hile, kanunun yasakladığı bir sonuca ulaşmak için kanunun yasaklamadığı bir hükümden o hükmün amacına aykırı olarak yararlanmaktır. Örneğin Türk vatandaşlığına girmek isteyen bir yabancı, sırf bu amaca ulaşmak için bir Türk vatandaşı ile evlenirse
kanuna karşı hile söz konusudur. Koşulları oluştuysa evlenmek bir haktır; ama bu hakkın kişilere verilme amacı, yabancıların vatandaşlığa girmesini sağlamak değildir. Ne var ki, bir yabancı tarafından kullanılmasıyla, biraz dolaylı yoldan olsa da böyle bir sonuç da doğar. Toplumdaki ortalama bireylerin evliliğe yaklaşımı çok daha farklı olduğuna göre burada da hakkın dürüstlük kuralına aykırı bir kullanımından söz edebiliriz; ama bu olaylarda kimse zarar görmez. Üstelik bu hâllerde, evlenen kişilerin asıl amaçlarının ne olduğu da dışarıdan bakanlarca o kadar kolay anlaşılamaz.
Hakkın Kötüye Kullanıldığı Bazı Olay Grupları
Bugüne değin uygulamada rastlanan ve hakkın kötüye kullanılması sayıldığı kabul edilen örnek olaylardan yola çıkarak, belli bir olayda hakkın kötüye kullanılmış sayılıp sayılamayacağına ilişkin birtakım ipuçları çıkarmak mümkündür. Ancak bu olguların varlığı her somut olayda hakkın kötüye kullanıldığını söylemek için yeterli olmaz. Somut olayda hakkın kötüye kullanılmış olup olmadığına hâkim karar verecektir. Aşağıda sadece ipucu niteliğinde olan olay gruplarına değineceğiz.
Hakkın kullanılmasında hiçbir yararın bulunmaması, hakkın kötüye kullanıldığının bir göstergesidir. Çünkü hakların içeriğinde hukuk düzeninin koruduğu bir yarar vardır. Yukarıdaki, boş arsa üzerine örülen duvar örneğinde, arsa maliki belki komşusunun ışığını keserek onu taşınmaya sevk etmek istemiş olabilir. Komşusunun başka bir yere taşınmasında, arsayı kendisi için istiyorsa veya komşusu ile arası pek de iyi değilse yararı da olabilir. Fakat böyle bir yarar hukuk düzenince korunmaz. Bu örnek, aynı zamanda hakkın açıkça amacına aykırı olarak kullanıldığı bir durum olarak da nitelenebilir. Zaten hakların amacı, gerçekleştirmek istedikleri yarara göre tespit edileceğinden, bunu ayrı bir olay grubu olarak değerlendirmeye de gerek kalmaz.
Mülkiyeti altındaki evinden en iyi şekilde yararlanmak isteyen bir kişi, evinin çatısına bir çanak anten kurabilir. Bunda hukuken korunan bir yararı da vardır; ama anteni komşusunun manzarasını kesmeyecek bir noktaya koyması mümkün olduğu hâlde, bu konuda yeterince duyarlı davranmadıysa yine hakkını kötüye kullanmış olur. Bu gibi hâllerde, hakkın başkalarını esirgeyici şekilde kullanılmamış olduğundan söz edilir.
Bazen hakkın kullanılmasındaki yarar ile başkasına vereceği zarar arasında aşırı bir oransızlık olduğu için hakkın kötüye kullanıldığından söz edilebilir. Örneğin, tamamı muaccel ve bölünebilen bir borcun alacaklısı, borçlunun kısmi ifa teklifini kabul etmeye zorlanamaz. Dolayısıyla ifa günü geldiğinde borçlu kısmi ödeme teklif ederse, alacaklının ifayı tamamen redderek borçluyu borcun tamamı için temerrüde düşürme, dolayısıyla borçluyu çok ağır sonuçlarla karşı karşıya bırakma hakkı vardır. Ancak kısmi ödeme teklif eden borçlu, esasen borcunun tamamına yakın bir kısmını ödemeyi teklif etmiş olmasına ve birkaç gün içinde
Dürüstlük Kuralı ve Hakkın Kötüye Kullanılması Yasağı
toparlayabileceği çok küçük bir miktarın açık kalmasına rağmen, alacaklı ödemeyi reddederek temerrüt hükümlerine başvurmak isterse, kendi elde edeceği yararla borçluyu uğratacağı zarar arasında aşırı bir oransızlık olduğu söylenebilir.
Hakkı kullananın çelişkili davranışlar içinde bulunması da hakkın kötüye kullanılmasının bir görünümüdür. Bir kişinin geçerliliği şekle bağlı olan bir sözleşmeyi şekle aykırı olarak yaptıktan sonra geçersizliği öğrenmesine rağmen şekil eksikliğini ileri sürmeksizin özgür iradesiyle borcunu tamamen ödemiş ve alacağını da tahsil etmiş olmasına rağmen, sonradan bu şekle aykırılığı ileri sürerek verdiklerini geri istemesi böyledir.
Kötü kazanılmış hakkın veya durumun ileri sürülmesi de bir çeşit hakkın kötüye kullanılmasıdır. Örneğin bir kimsenin diğer tarafı oyalayarak belli bir zaman aşımı veya hak düşürücü süreyi kaçırmasını sağladıktan sonra zaman aşımı def'inde veya hakkın düştüğü itirazında bulunması hakkın kötüye kullanılması sayılacaktır. Geçerliliği şekle bağlı olan bir sözleşmeyi bu şekle uymaksızın yapmak konusunda ısrarcı olan tarafın sonradan geçersizliği ileri sürmesi de böyledir.
Hakkın Kötüye Kullanılmasının Yaptırımı
Hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz (TMK. m. 2/II). O hâlde, hukuk düzeni, hakkın kötüye kullanımına karşı bir yaptırım öngörmüş olmalıdır. Bu yaptırım, ne tür bir hakkın ne şekilde kötüye kullanıldığına bağlı olarak değişir.
Şimdiye kadar verdiğimiz, arsa üzerindeki duvar örneğinde, zarar gören komşunun talebi üzerine bu duvarın yıkılmasına karar verilebilir. Duvar yıkılmadan önce oluşan zarar için tazminat ödenmesine de hükmedilebilir.
Alacaklısını oyalayarak borcunu ödeyeceğine inandıran ve böylece zaman aşımı süresinin dolmasını sağlayan borçlunun sonra da mahkeme sırasında zaman aşımı savunmasında bulunması örneğinde, hâkim, bu def'inin gereğini yapmaz ve alacaklının açtığı davayı zaman aşımı nedeniyle reddetmez. Geçerliliği şekle bağlı bir sözleşmeyi şekil şartlarını sağlamaksızın yapmak konusunda ısrarcı davranan tarafın, borcunu ödemesi kendisinden istenildiğinde, şekle aykırılığı ileri sürmesi de dinlenilmeyerek, geçerli bir sözleşme varmış gibi borcu ödemesi beklenir. Şekle aykırı olduğunu bildiği bir sözleşmeyi tamamen ifa ettikten sonra, piyasa koşullarındaki değişiklikler öyle gerektirdiği için, sözleşmenin şekle aykırı olduğunu ileri sürerek ifa ettiği edimi geri isteyen davacı da hakkını kötüye kullanmaktadır ve bu yüzden davası reddedilecektir.
Hakkın kötüye kullanılması yasağı, sadece hakların dürüstlük kuralına aykırı kullanımıyla ilgili olarak görülse de borçların ifası sırasında da dürüstlük kuralına aykırı tutumun bir yaptırımı olmalıdır. Dürüstlük kuralına ilişkin hükmün emredici olmasının doğal sonucu budur. O hâlde, borçlunun ifa tarzı dürüstlük kuralına
aykırıysa, alacaklı bu tarz bir ifayı reddetmekte yetkili olmalıdır. Böylece alacaklının temerrüdü oluşmayacak, tam tersine borçlu borca aykırılığa ilişkin yaptırımlara katlanmak zorunda kalacaktır.
Bir sözleşme ilişkisinde taraflardan birinin haklarını kullanırken veya borçlarını yerine getirirken dürüstlük kuralına aykırı davranması, diğer tarafın sözleşmeyi sona erdirebilmesi için de haklı bir sebep oluşturur.
Kanun, bazı hakların kötüye kullanılmaları hâlinde uygulanacak olan yaptırımı, özel olarak da öngörmüş olabilir. Örneğin evlilik birliğini temsil yetkisini kötüye kullanan eşin, bu yetkisi kaldırılabilir veya sınırlanabilir (TMK. m. 190). Çocuk üzerindeki velayet hakkının kötüye kullanılması, velayet hakkının kaldırılması sonucunu doğurur (TMK. m. 348).