17 Aralık 2013 Salı

HAKLARI KAZANDIRAN, KAYBETTİREN VE YÜKÜMLÜLÜKLERİ DOĞURAN VEYA ORTADAN KALDIRAN OLAYLAR (HUKUKİ OLAYLAR)

HAKLARI KAZANDIRAN, KAYBETTİREN VE YÜKÜMLÜLÜKLERİ DOĞURAN VEYA ORTADAN KALDIRAN OLAYLAR (HUKUKİ OLAYLAR)

Genel Olarak

Hak ve yükümlülük kavramı çoğu zaman bir arada bulunur. Bu yüzden bir olay bir kişiye birtakım haklar kazandırırken bir başka kişiyi de çeşitli yükümlülükler altına sokabilir. Bu arada aynı olay sadece bir kişi için hem birtakım hakların doğmasını sağlayıp hem de birtakım yükümlülüklere yol açabilir. Medeni Hukuk
alanında hakları kazandıran ve kaybettiren, yükümlülükleri doğuran veya sona erdiren birtakım olaylar vardır. Bunlara kısaca hukuki olaylar deriz.
Hukuki olaylar kendi içinde hukuki olgular ve hukuki eylemler olmak üzere ikiye ayrılır. Hukuki olgulara daha seyrek rastlanır. Bunlar aslında, birtakım doğal olaylardır; ama hukuk düzenince kendilerine sonuç bağlanmıştır. Bir kişinin doğması, belli bir yaşa erişmesi veya ölmesi gibi. Hukuki eylemler ise doğanın gidişatına değil de insan iradesine bağlı olduğu için, hukuki olaylar arasında daha sık karşılaşabildiklerimizdir. İnsan iradesine dayalı olan ve hukuki bakımdan sonuç doğuran olayların bir kısmı hukuk düzenince onaylanırken bir kısmı yaptırıma tabi tutulur. Öyle ki, bir kişi borcuna veya hukuka aykırı bir davranışta bulunursa, hukuk düzenininin onaylamadığı ama hukuken sonuç doğuran bir eylem ile karşı karşıya olduğumuz söylenebilir. Bu durumda zarar gören için bir alacak hakkı doğarken, onaylanmayan eylemde bulunan kişinin tazminat ödeme yükümlülüğü ortaya çıkacaktır. Zarar verici olay zarar görene tazminat alacağı şeklinde bir hak kazandırırken belki kişiliğine belki de mal varlığına giren değerlerden bazılarında da bir eksilme oluşacaktır. Dolayısıyla aynı olay kişinin belki bazı ayni haklarını sonlandırırken bunun karşılığında bir alacak hakkı kazanmasına yol açabilecektir.
İnsan eylem ve iradesine dayalı olup da hukuk düzeninin sonuç bağladığı ve onayladığı davranışlara onaylamadıklarına oranla daha da sık rastlanır. Bunlar da kendi aralarında, duygu açıklamaları, bilgi ve haber verme açıklamaları, irade açıklamaları olarak üçe ayrılır. Hukuk düzeni duygu açıklamalarına çok nadir olarak sonuç bağlar. Tipik örneği, boşanma davası açmak için lehinde bazı boşanma sebepleri oluşmuş bulunan kişinin eşini affettiğine ilişkin açıklamasının boşanma davası açma hakkını düşürmesidir. Bilgi ve haber verme açıklamalarına da çok sık rastlandığı söylenemez; ama yine de duygu açıklamalarına göre daha çok görülürler. Ayıplı bir mal teslim almış olan alıcının satıcıya ayıp ihbarında bulunması daha önce de sözünü ettiğimiz gibi satıcının sorumluluğuna gidebilmesi için alıcıya düşen bir külfettir ve bir bilgi açıklaması şeklinde gerçekleşir. Alacağını başkasına devreden kişinin bunu borçlusuna, vasıtalı zilyetliği başkasına devreden kişinin bunu vasıtasız zilyede bildirmesi de sadece birer bilgi ve haber verme açıklamasıdır. En fazla karşılaşılan hukuki eylemler ise irade açıklamalarıdır. Bunlar da kendi aralarında hukuki işlemler, hukuki işlem benzerleri ve maddi fiiller olmak üzere üçe ayrılır. Önemi nedeniyle hukuki işlemleri aşağıda ayrıca ele alacağımızdan burada kısaca hukuki işlem benzerleri ve maddi fiillerden söz etmek istiyoruz. Hukuki işlem benzeri irade açıklamaları, belli bir hukuki sonuca yönelmek amacıyla yapılmazlar; ama bu açıklamalar bir kez yapıldı mı hukuk düzeni bunlara sonuç bağlar. Örneğin, vadesi geldiği hâlde borcunu ödememiş olan borçlusuna, borcu artık ödemesi gerektiği ihtarında bulunan kişi, böyle bir sonuç doğmasını istemese veya böyle bir sonucun doğacağını bilmese bile, ihtar anından itibaren borçlu temerrüde düşmüş olur. Hukuki eylem bir iradenin açıklanması şeklinde değil de iradi olarak gerçekleştirilen maddi bir eylem olarak da gerçekleşebilir. Bu durumda maddi eylemlerden söz edilir. Örneğin bir kimsenin başkasına ait bir malı işleyerek onu daha değerli yeni bir şey hâline getirmesi sonucunda, duruma göre yeni şeyin mülkiyet hakkını kazanması ya da en azından değer artışı bakımından sebepsiz zenginleşmeye dayalı bir alacak hakkı kazanması bunun güzel bir örneğidir. Çoğu zaman, borcu sona erdiren ifa da maddi bir eylem olarak ortaya çıkar.

HUKUKİ İŞLEMLER
Hukuk düzenince korunmuş bir amaca yönelik irade açıklamalarına hukuki işlem denilir. Hukuki işlemdeki irade açıklaması sadece hukuki bir sonuç yaratmakla kalmayıp bu sonucun doğmasına yönelik de olması nedeniyle hukuki işlem benzeri irade açıklamalarından ayrılır.
Hukuk düzenimizde hakları kazandıran, kaybettiren ve yükümlülükleri yaratıp ortadan kaldıran temel hukuki olaylar grubunun hukuki işlemler olduğunu söylemek hiç de yanlış olmaz. Hukuki işlemlerin geçerli bir şekilde oluşabilmesi ve yöneldikleri hukuki sonucu yaratabilmesi için, irade açıklamasında bulunanların ehliyetleri, irade açıklamasının büründüğü şekil, irade açıklamasının yorumu, irade bozukluğu hâlleri ve temsil gibi konularda Medeni Kanun ve özellikle de Borçlar Kanunu'nda temel ilkeler yer almaktadır. Ehliyet konusu, Kişiler Hukuku derslerinde, diğer konular ise Borçlar Hukuku derslerinde ayrıntılı olarak ele alınacaktır. Biz burada, hukuki işlemler hakkında sonraki açıklamalarımıza da ışık tutmaya yetecek kadar bilgi vermeyi amaçlıyoruz. Bu çerçevede aşağıda, hukuki işlemin unsurları ve özellikle hukuki işlemin türleri üzerinde duracağız.

Hukuki İşlemin Unsurları
Hukuki işlemin unsurları denilince, hukuki işlem kavramının tanımını hatırlamak gerekir. Hukuk düzenince korunmuş belli bir hukuki sonuca yönelik irade açıklaması şeklindeki tanımdan iki temel unsur çıkar. Birincisi, irade açıklaması, ikincisi ise bu açıklamanın yöneldiği sonucun hukuk düzenine uygun olmasıdır. Bu açıklamanın hukuk düzenine uygun olması demek, hukuk düzeninin bir irade açıklaması bakımından aradığı geçerlilik ve etkinlik unsurlarının da mevcut olması demektir. Geçerlilik ve etkinlik unsurlarından ne anlaşılması gerektiğine aşağıda değineceğiz; ama daha önce irade açıklaması konusunda biraz daha ayrıntılı bilgi vermeliyiz. Çünkü irade açıklaması, hukuki işlemin kurucu unsurudur. Ortada bir irade açıklaması yoksa hukuki işlem de yoktur.

İrade Açıklaması
İrade açıklaması denilince, belli bir hukuki sonucu doğurmaya yönelik isteğin dış dünyaya aksettirilmesi, muhatabın bilgisine ulaştırılması anlaşılır. İrade açıklaması, irade beyanı şeklinde olabileceği gibi irade faaliyeti şeklinde de olabilir. Her iki hâlde de irade, belli bir hukuki sonucu doğurmaya yönelik bir davranış ile açığa vurulmaktadır. Ancak irade beyanında sözlü veya yazılı olarak ifade edilen sözcükler, -bazen de geleneklere veya tarafların daha önceki anlaşmalarına uygunsa- baş eğme, baş sallama, el kaldırma, ayağa kalkma gibi işaretler de irade beyanı anlamına gelebilir. İrade beyanı sayılamayan irade açıklamalarına ise irade faaliyeti deriz. Burada da iradesini açıklayan kişi belli bir sonuca yönelmiştir; ama bu sonuca yönelik iradesini muhataba bildirmek gibi bir endişesi yoktur, bu kişi iradesinin yöneldiği sonuca ilişkin fiili bizzat yapar. Uygulamada daha çok irade beyanlarıyla karşılaşılır.
İrade beyanları açık da olabilir, örtülü de. Beyanın anlamı hiçbir farklı yoruma fırsat bırakmayacak şekilde, kullanılan söz, yazı ve işaretlerden net bir şekilde anlaşılıyorsa açık irade beyanlarından söz edilir. Taraflar arasında daha önce kurulmuş bir sözleşmede, susmanın kabul anlamına geleceği kararlaştırılmışsa, susma bile açık bir irade beyanı sayılır. Örtülü irade beyanları biri dar, diğeri geniş olmak üzere iki şekilde anlaşılır. Eğer sözleşmede açıkça kararlaştırılmadıysa, susma dar anlamda örtülü irade beyanı sayılır. Gerçi susma kural olarak irade beyanı olarak nitelendirilemez, çünkü hiç kimse sebep olmadığı bir soruya yanıt vermek zorunda bırakılamaz. Ama bazen dürüstlük kuralı, işlemin niteliği veya kanunun bir hükmü, susmaya irade beyanı anlamı yükleyebilir. Geniş anlamda örtülü irade beyanları ise beyanda kullanılan ifadelerin ancak somut olaydaki tüm koşulların birlikte değerlendirilmesiyle bir anlam ifade edebildiği irade beyanlardır.
İrade beyanlarının belli bir hukuki işlemi kurduğunun kabul edilebilmesi için bazen bu beyanın belli bir muhataba yöneltilmesi gerekir. Böyle bir irade beyanının, muhatap tarafından öğrenilmesi sağlanacak şekilde açıklanması gerekir. Ancak hukuki işlemin kurulmuş sayılması için her zaman beyanın muhatap tarafından öğrenilmiş olması aranmaz. Bazen irade beyanının gönderilmiş olması yeterli sayılır, çoğu zaman da muhatap tarafından henüz öğrenilmese de muhatabın egemenlik alanına ulaşmış olması aranır. Bazı hukuki işlemler içinse muhataba yöneltme zorunluluğu bile yoktur. Vasiyetname düzenlemek veya vakıf kurmak şeklindeki hukuki işlemlerin gerektirdiği irade beyanları böyledir.

Hukuki İşlemin Etkinlik Unsurları
Hukuk düzeni bazen bir hukuki işlemin kurulması için değil de sonuçlarını doğurabilmesi için irade açıklamasına ek bazı unsurlar da arar. Bu unsurlar olmasa
bile kurucu unsur varsa hukuki işlem kurulmuştur; ama henüz sonuçlarını doğuramamaktadır. Dolayısıyla hiç kimse henüz böyle bir işlemle hak kazanamaz, yükümlülük altına da girmez. Hukuki işlemin etkinlik unsurlarını örneklerle açıklamak daha isabetli olacaktır.
Yukarıda da sözünü ettiğimiz vasiyet yapma şeklindeki irade açıklaması, vasiyetçinin sağlığında yapılmıştır. Ortada hukuki işlem vardır; ama vasiyetçi ölene dek, kendisine bir mal vasiyet edilmiş olan kişi vasiyet alacaklısı hâline gelemez. Onun kendisine vasiyet edilmiş mal üzerinde alacak hakkını kazanabilmesi için vasiyetçinin hukuki işlemi yapmış olması yetmez, ölmesi de gerekir. Geciktirici koşula bağlı olarak yapılmış olan bir hukuki işlem, koşul gerçekleşmeden önce kurulmuştur, ama hükümlerini doğurabilmesi için koşulun da gerçekleşmesi gerekir. O ana kadar, bu işlemden hiçbir hak veya yükümlülük doğmaz. Bazen bir işlemde, borcun istenebilir hâle gelmesi için değil de işlemin hüküm ifade edebilmesi için bir vade kararlaştırılır. Bu durumda da vade gelene kadar hukuki işlemin etkinlik unsuru sağlanmamış olur. Sınırlı ehliyetsiz bir kişinin ya da yetkisiz temsilcinin yapmış olduğu borçlandırıcı işleme yönelik irade beyanı hukuki işlemi kurmaya yeter; ama bu işlemden sınırlı ehliyetsiz olan veya temsil olunan kişinin haklar kazanabilmesi ve borç altına girmesi için yasal temsilcinin veya temsil olunan kişinin onaması da gerekir. Burada işlemin onanması etkinlik unsurudur.

Hukuki İşlemin Geçerlilik Unsurları
Hukuki işlemin, arzu edilen hukuki sonucu doğurabilmesi, kanunun aradığı geçerlilik koşullarını da yerine getirmesine bağlıdır. Bir hukuki işlemin geçerlilik unsurlarına sahip olduğundan söz edebilmemiz için tarafların ehliyetli olması, söz konusu işlem için kanunda aranıyorsa şekil koşullarının sağlanmış olması, işlemin konusunun kişilik haklarına, emredici kurallara, kamu düzenine, genel ahlak kurallarına aykırı olmaması, konusunun başlangıçta imkânsız bulunmaması, taraf iradelerinin muvazaalı olmaması da gerekir.

Hukuki İşlemin Türleri
Hukuki işlemler, işlemi yapmak için irade açıklamasında bulunması gereken kişi sayısına göre tek taraflı hukuki işlemler ve çok taraflı hukuki işlemler olarak ikiye ayrılır. Vasiyet yapma, vakıf kurma, evlilik dışı çocuğu tanıma, mirası reddetme gibi işlemler tek taraflıdır. Çok taraflı hukuki işlemler ise sözleşmeler ve kararlar olarak ortaya çıkar.
Hukuki işlemler, hangi hukuk alanında sonuç yarattıklarına bağlı olarak nişanlanma, evlenme gibi aile hukuku işlemleri; miras sözleşmesi, vasiyet, mirası reddetme gibi miras hukuku işlemleri; zilyetliği devretme, taşınır veya taşınmaz eşya üzerinde rehin kurma gibi eşya hukuku işlemleri; satış, kira, bağış veya ibra sözleşmeleri gibi borçlar hukuku işlemleri olabilir. Hukuki işlemlerin çoğu irade
açıklamasında bulunan kişilerin sağlığında hüküm ifade eder. Bunlara sağlar arası hukuki işlemler de denilir. Bazı hukuk işlemlerse, irade açıklamasında bulunan kişinin ölümünden sonra sonuç doğurur. Bunlara da ölüme bağlı hukuki işlemler denilir.
Hukuki işlemlerin mal varlığı üzerinde yarattıkları etki bakımındansa kazanma işlemi, kazandırıcı işlem, borçlandırıcı işlem veya tasarruf işlemi söz konusu olabilir. Eğer hukuki işlemi yapan kişi, bunun sonucunda kendisi mal varlıksal bir değer kazanıyorsa bu işlem onun açısından bir kazanma işlemidir. Yapılan işlem, muhataba bir mal varlığı değeri kazandırıyorsa kazandırıcı işlem sayılır. Örneğin ibra sözleşmesinde, alacaklı borçluyu borcundan kurtaran bir irade açıklamasında bulunmakta ve borçlu da bunu kabul etmektedir. Bu sözleşme alacaklı açısından bir kazandırıcı işlem borçlu açısından ise bir kazanma işlemidir. Aynı işlem, alacaklı açısından bir de tasarruf işlemi olarak nitelendirilir. Çünkü bu işlemin sonucunda alacaklının mal varlığının aktifinde yer alan bir alacak hakkı ortadan kalkmaktadır. Hukuki işlemde bulunan kişinin mal varlığını doğrudan doğruya etkileyen, onun mevcutlarını veya alacak haklarını azaltan, ayni haklarını kısıtlayan, başkasına devreden hukuki işlemler, tasarruf işlemleridir. Örneğin taşınır veya taşınmaz eşyanın mülkiyetini devretme, bu eşya üzerinde rehin veya diğer bir sınırlı ayni hak kurma gibi işlemler tasarruf işlemleridir. Her tasarruf işlemi aynı zamanda muhataba yapılan bir kazandırma anlamına geleceği için bir de kazandırıcı işlem sayılır. Ancak kazandırıcı işlemler tasarruf işlemlerinden ibaret değildir. Borçlandırıcı işlemler de kazandırıcı işlemlerdir. Bu işlemlerde bazen sadece bir taraf bazen iki taraf da borç altına girerek muhataplarına birer alacak hakkı kazandırmaktadırlar. Ancak kendi mal varlıklarının pasif hanesini oluşturan borçlarını artırdıkları için yaptıkları işlem kendileri açısından birer borçlandırıcı işlemdir.
Gerek borçlandırıcı işlemler gerekse de tasarruf işlemi yoluyla muhataba sağlanan kazandırmaların hukuki bir sebebi olmalıdır. Kazandırmaların sebebi kavramı, hukuki işlemdeki saik kavramıyla karıştırılmamalıdır. Saik, bir kişiyi belli bir hukuki işlemi yapmaya iten etkendir. Örneğin bir kişiye sempati duyduğumuz veya ona acıdığımız için onunla bir bağış sözleşmesi yapabiliriz. Yatırım için veya ihtiyacımız olduğunu düşündüğümüz için bir şeyi satın alabiliriz. Elimizin altında yer tuttuğu veya para kazanmak istediğimiz için bir şeyleri satabiliriz. Bunlar bizi hukuki işlemi yapmaya iten etkenlerdir, saiklerdir. Hukuk düzeni kural olarak saiklerimizle ilgilenmez. Ancak aynı şeyi kazandırmaların hukuki sebebi için söyleyemeyiz. Öyle ki, bir kazandırmanın hukuki sebebi yoksa bazen yapılan kazandırma geçersiz sayılır (sebebe bağlılık ilkesi), bazen de kazandırma geçersiz sayılmaz (soyutluk görüşü); ama kazananın bu kazandığı şeyi sebepsiz zenginleşme kuralları çerçevesinde kazandırana iade etmesi gerekebilir.
Yaptığımız bir bağışlama işlemi, bir bağışlama taahhüdüyse, bağışlanana belli bir şeyin kendisine teslimini isteme bakımından bir alacak hakkı kazandırdık ve kendi açımızdan da borçlandırıcı bir işlem yaptık demektir. Yaptığımız bağışlama işlemi elden bağışlama niteliğindeyse, kendimize ait bir taşınır eşyayı veya bir miktar parayı bağışlananın mülkiyetine geçirerek ona ayni hak kazandırdık ve önceden kendi aktif mal varlığı değerlerimiz içinde yer alan o şeyin mülkiyetini kaybettiğimiz için bir tasarruf işlemi yaptık demektir. Her iki hâlde de bağışlanan kişiye bir şey kazandırırken hukuken ulaşmak istediğimiz amaç, ona karşılıksız bir kazandırma sağlamaktı, yani hiçbir karşılık elde etme niyetimiz yoktu. Buna bağışlama sebebi denilir. O kişiye bir bağışlama taahhüdünde bulunduktan sonra, bu taahhüdümüzün gereğini yerine getirerek, bağış konusu şeyi ona teslim edersek bu durumda yine bir tasarruf işlemi yapmış oluruz. Ancak burada tek amacımız, karşı tarafa bir şey bağışlamak değil, aynı zamanda daha önce borçlanmış olduğumuz edimi ifa etmek amacı da vardır. Buna da ifa sebebi diyebiliriz. İfa sebebini, yaptığı bir satış veya kira sözleşmesi nedeniyle üstlendiği edimi yerine getirerek diğer tarafa kazandırmada bulunan kişinin hukuki işleminde de görürüz. Peki ya bu kişinin daha başlangıçta, bir satış veya kira sözleşmesi yaparken ulaşmak istediği hukuki sonuç nedir? Bu kişinin daha borçlanırken ulaşmak istediği sonuç, izlediği amaç, borçlandırıcı işleminin hukuki sebebini oluşturur. Gerek kira gerekse satış sözleşmeleri tam iki tarafa borç yükleyen sözleşmeler olduğuna göre, bu sözleşmelerde her iki taraf da borç altına girer, çünkü taraflar ancak bu şekilde diğer taraftan karşı edimi elde edebileceklerini bilirler. O hâlde burada tarafların borçlanarak diğer tarafa alacak hakkı kazandırmalarının hukuki sebebi, karşı edimi elde etme, ivaz sebebidir. Buna alacak sebebi demek de mümkündür; ama kişiler sadece karşı alacak, yani ivaz elde etmek için değil, bazen iade alacağı veya rücu alacağı elde etmek için de hukuki işlemler yapabilirler. Örneğin bir kişi, karşılık almaksızın bir eşyasını bir başkasına ödünç veriyorsa, bunun kendisine iade edilmesi amacıyla hareket ediyor demektir. Bir kişi bir arkadaşının borcu için arkadaşının alacaklısıyla kefalet sözleşmesi yaparsa burada da alacaklıya teminat sağlamak hukuki sebebi söz konusu olur.
Tasarruf işlemlerinin çoğu zaman temelde yatan bir borçlandırıcı işlemden doğan borcu ifa etmek amacıyla yapıldığını söyleyebiliriz. Öyle ki, taşınmazlara ilişkin bir tasarruf işleminin geçerli olması için, temelde geçerli bir borçlandırıcı işlemin (taahhüt işleminin) bulunması şarttır. O hâlde taşınmaza ilişkin bir tasarruf işlemi ile yapılan kazandırmanın hukuki sebebi, yine bu taşınmaza ilişkin geçerli bir borçlandırıcı işlemin bulunmasıdır. Taşınmazlara ilişkin tasarruf işlemleri tapu sicilinde yapılacak tescille mümkün olur. Temelde geçerli bir borçlandırıcı işlem bulunmadığı zaman, tapuya tescil yapılsa ve tescilin geçerliliğini olumsuz yönde etkileyecek hiçbir başka eksiklik bulunmasa bile, lehine tescil yapılmış olan kişi mülkiyeti kazanmış olmaz. Tapu sayfası üzerinde onun lehine gözüken tescil, sadece yolsuz bir tescil olarak kalır ve düzeltilmesi için dava açılabilir.
Taşınırlara ilişkin tasarruf işlemlerinin geçerliliğinin temelde geçerli bir borçlandırıcı işlemin bulunmasına bağlı olup olmadığı tartışmalıdır. Çünkü Medeni Kanun bu konuda bir açıklık taşımaz ve hatta burada bilinçli bir kanun boşluğunun bulunduğu kabul edilir. Boşluğu taşınmazlardaki tasarruf işlemlerine kıyas yoluyla doldurmak gerektiği kabul edilecek olursa, sebebe bağlılık görüşü benimsenmiş olur. Bu durumda, geçerli bir borçlandırıcı işlem olmaksızın yapılan tasarruf işlemleri, arzu edilen hukuki sonucu doğuramayacak demektir. Dolayısıyla geçerli bir borçlandırıcı işlem olmadığı hâlde kendisine taşınır bir eşya teslim edilmiş olan kişi, bu eşyayı iade etmek zorunda kalabilecektir. Ona karşı iade amacıyla açılacak dava da bir istihkak davasıdır. Buradaki boşluğu taşınmazlara ilişkin kuralın kıyası yoluyla doldurmayı uygun bulmayan düşüncenin kabulü ise sebepten soyutluk ilkesini gündeme getirir. Bu ilkeye göre, temelde geçerli bir borçlandırıcı işlem, yani hukuki sebep bulunmasa bile yapılan tasarruf işlemi, başkaca bir eksiklik içermiyorsa pekâlâ geçerli olur ve arzu edilen hukuki sonuç doğar. Yani tasarruf işleminde bulunan kişinin mal varlığının aktifi azalır ve diğer tarafın da aktifi artar. Ne var ki diğer tarafın bu şekilde zenginleşmesi, bir sebepsiz zenginleşme sayılacağı için, kazandığı değeri, kendisini zenginleştirene iade etmek zorunda kalacaktır. Fakat bu dava bir istihkak davası olmayıp bir sebepsiz zenginleşme davası olacaktır.
İstihkak davası ancak hâlen malik olan kişi tarafından açılabileceği için bir çeşit ayni talep hakkı verir ve bu yüzden zaman aşımı süresine bağlı değildir. Hatta lehine kazandırmada bulunulan kişi malı çoktan elden çıkarmış olsa bile malik, çoğu zaman bu davayı malı elinde bulunduran üçüncü kişiye karşı da yöneltebilir. Oysa sebepsiz zenginleşme davası kişisel bir talep hakkı sağlar. Yani davacının sadece bir alacak hakkı vardır ve alacak hakları zaman aşımına uğrayabilir, üstelik bu talep hakkı kişisel olduğu için kazanan kişi kazanma konusunu çoktan elden çıkardıysa bu davanın üçüncü kişiye yöneltilmesi mümkün olmaz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder