HUKUK KURALLARI İLE DİĞER SOSYAL DÜZEN KURALLARININ KARŞILAŞTIRILMASI
Toplumsal yaşamı düzenleyen kuralların ortak amacı, kişilerin davranışlarını belli bir düzene bağlamak ve böylece bir toplum düzeni oluşturmaktır. Bütün bu kurallar arasında ortak noktalar, özdeşlikler ve benzerlikler olduğu gibi, önemli farklılıklar da vardır. Her biri belirtilen amacı gerçekleştirmek için bir yandan bazı emir ve yasaklar getirmiş, öbür taraftan bunlara uyulmasını temin etmek üzere çeşitli yaptırımlara yer vermiştir. Bu açıdan bakıldığında ahlâk, din, hukuk, örf, âdet ve diğer kurallar arasında kesin bir sınır çizilememiştir (Öktem, 1993: s. 213).
Özellikle ilkel toplumlarda bütün sosyal düzen kurallarının dinsel karakter taşıdığı, bu nedenle ilk çağlara doğru gidildikçe din ve ahlâk kuralları ile hukuk kurallarının olduğu kadar din adamları ile hukuk adamlarının görevlerinin dahi birbirine karışmış olduğu görülür. Eski Yunan’da hukukun rahip-hâkimlerin kararları ile belirlendiği ve din kökenli olduğu bilinmektedir. Yine Roma hukukunun ilk dönemlerinde hukukun yarı-dinî bir nitelik taşıdığı ve hukuku uygulayan kimselerin din adamları olduğu görülmektedir.
Laiklik ilkesi ile birlikte dinin toplumdaki düzen kurucu ve koruyucu fonksiyonu iyice azalmıştır. Din kurallarıyla hukuk kuralları arasında çatışma alanları olabilmekte, bununla birlikte hukuk kuralları ile din kuralları bazı davranışlar bakımından paralellik göstermektedir. Örneğin hırsızlık hem dine hem de hukuka aykırıdır. Bu örnekteki gibi dine dayalı bir kural, hukuk düzeni tarafından da benimsenmiş olabilir. Ancak sırf din kuralı olduğu gerekçesiyle devlet ve hukuk düzeni tarafından kabul edilip yaptırıma bağlanması yalnız teokratik devletlerde görülebilir.
Hukuk kuralları din kurallarından birkaç önemli noktada ayrılmaktadır. Din kurallarının kaynağını İlahî emirler, Tanrısal irade yahut bazı kutsal varlıklar veya inanışlar oluşturur. Buna karşılık hukuk kuralları toplumsal yaşamın gereksinimlerini karşılamak için insan aklı ve iradesinin bir eseri olarak belirir. Bu niteliği, hukuk kurallarını din kurallarından daha kolay değiştirilebilir kılar.
Laik devlet düzeninde hukuk kuralları, din kurallarının aksine uhrevi ilişkileri düzenlemez; toplum yaşamında yalnızca bir kısım dünyevî ilişkileri tanzim ederler. Yine din kurallarına aykırı davranışın yaptırımı (Allah korkusu, cehennem azabı vb.) uhrevi mahiyettedir. Oysa hukuk kuralına uymayan kimse devlet zoruyla birtakım maddi nitelikte müeyyidelerle karşılaşır.
Hukuk kurallarının en büyük kesişim alanı ahlâk kurallarıyla karşımıza çıkmaktadır. Zira bir toplumun hukuk ilkeleriyle ahlâk anlayışları arasında sıkı bir bağ vardır. Bu nedenle toplumun genel ahlâk telakkilerine uygun olmayan kanunlar er-geç değiştirilmeye mahkûmdur. Toplumun genel kanaatini ve ahlâk anlayışını dikkate almayan hukuk kuralı sosyal hayatı düzenleme fonksiyonunu yerine getiremez (Akıntürk, 1994: s. 14).
Türk Medeni Kanunu, Borçlar Kanunu ve Türk Ceza Kanunu gibi birçok temel kanunda ahlâkın hukuk üzerindeki etkisi açıkça görülmektedir. TMK’nın 185. maddesindeki eşler arasında sadakat ve yardımcı olma yükümü, 364.maddesindeki nafaka yükümü, Türk Borçlar Kanunu’nun sözleşmenin konusunun ahlâka aykırı olamayacağını, buna aykırı akitlerin batıl olduğunu düzenleyen 27. maddesi ahlâkın özel hukuk alanındaki etkisine örnek gösterilebilir. Yine Türk Ceza Kanunu’nun yalan tanıklık (TCK m. 272), yalan yere yemin (TCK m. 275), aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüğün ihlâli (TCK m. 233), cinsel taciz ve cinsel saldırı, iftira, hırsızlık, adam öldürme gibi ahlâka aykırı eylemleri suç sayan maddeleri ise ahlâkın kamu hukuku alanındaki etkisini gösteren örneklerdendir.
Ahlâk kuralları hukuk kurallarından bazı yönleri itibarıyla ayrılmaktadır. Her şeyden önce hukuk kurallarının kaynağı bireyin dışındaki belirli bir organdır ve hukuk dışa yansıyan davranışları düzenler. Hem içe hem de dışa dönük olabilen ahlâkın başlıca kaynağını ise vicdan oluşturmaktadır.
Hukuk kuralları belirlidir ve genellikle yazılıdır. Oysa ahlâk kurallarında genellikle hukuk kuralları kadar kesin bir belirlilik yoktur. Hukuk kuralları emirler ve yasakları tespit ettiği gibi kişilere birtakım haklar ve yetkiler de sağlar. Buna mukabil ahlâk kuralları bireylere yetkiler sağlamaz.
Görgü kuralları insanlara sadece toplumsal yükümlülükler getirir, buna karşılık yetki sağlamaz. Oysa hukuk kuralları bireyler açısından hem haklar hem de yükümlülükler getirir (Sümer, 2009: s. 13). Hukuk kurallarının aksine görgü kuralları devlet tarafından konulmaz; belirli bir sosyal çevre tarafından oluşturulur. Hukuk kuralları, ülkedeki o hukuk kuralının kapsamına dâhil olan herkese hitap ederken görgü kuralları, sadece o görgü kuralının geçerli olduğu sosyal çevredeki insanlara hitap eder. Görgü kurallarının hukuk kurallarından en belirgin farkı, müeyyidesinin niteliğinde ortaya çıkmaktadır. Görgü kurallarının özellikleri anlatılırken de belirtildiği üzere, görgü kurallarına uymamanın yaptırımı manevi, hukuk kurallarına uymamanın yaptırımı maddi niteliktedir (Gözler, s. 41).
Örf ve âdet kuralları da görgü kuralları gibi zamanla toplum içinde oluşur, devlet tarafından konulmaz. Keza hukuk kurallarında muhatap kitle kural olarak herkes iken örf ve âdet kurallarında ilgili sosyal çevredir. Bir hukuk kuralı hâline gelmiş olan ve örf ve âdet hukukunu oluşturan kuralların müeyyidesi, hukuk urallarınınkinden farksızdır. Ancak alelade örf ve âdet kurallarına aykırı hareket edildiğinde görgü kurallarında olduğu gibi manevi nitelikte yaptırımla karşılaşılır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder